GEÇİLEMEZ KÖPRÜ ÜZERİNDE WITTGENSTEIN VE HEIDEGGER

GEÇİLEMEZ KÖPRÜ ÜZERİNDE WITTGENSTEIN VE HEIDEGGER

GEÇİLEMEZ KÖPRÜ ÜZERİNDE WITTGENSTEIN VE HEIDEGGER

Tarihî perspektivden Batı düşüncesine bakıldığında, genellikle, Dil ve Gerçeklik (dünya, dil-dışı/dilsel-olmayan şeyler)'in ikiye bölünmüşlüğüyle karşılaşmaktayız. Örneğin Aristoteles Peri Hermeneias («Önermeler» I, 16a)'da şöyle demektedir:

«İmdi, ağızdan çıkan seslerin meydana gelişinde vukû bulan, ruh (soul) hâllerinin sembolleriyle, ağızdan çıkan seslerin sembolü olan harflerdir».

Böylece Aristoteles için harfler, sesleri « göstermek» tedir. Seslerin ruh hâllerini —zihindeki izlenimleri— ve yukarıda tamamı verilmemiş olan metinin devamından da ruh hâllerinin, kendilerini uyandıran şeyleri «göster»diğini söyleyebiliriz1.

Yukarıdaki aktarmada, sanıyorum aydınlatılmaya ihtiyacı olan en azından iki terim var : «Hâller» (passions-pathemata) ve «Semboller» (ta symbola). «Hâller», «fikirler» (notions) ve «izlenimler» gibi yorumlanabilirler2. Diğer yandan «semboller», şimdi sunulan denemenin maksadı için can alıcı bir öneme sahiptirler. Semboller, bu terimin içinde yer aldığı bağlam (contex)'da, «ilişkilendirme noktası» («point of contact») veya «birliğin bağı» («bond of union») olarak yorumlanacaktır.

Ben burada, «sembol» terimini ilişkilendirme noktası olarak açıkladım. Niçin? Bu sembol terimini, ilişkilendirme noktası veya birliğin bağı ya da Heidegger'in yorumundaki gibi «birbirini bir arada tutan şey» olarak anlaşılmasını ileri sürmek için, dayanaklarım nelerdir? Sembollerin vasıtasıyla birlikte gelen şeyler nelerdir? Verilen pasaj dikkatle okunduğunda, bu cevabın açıkça verildiği görülebilir : «Semboller», «harfler»i ve «seslerdi birlikte getirir ve yine aynı yolla, «sesler» ve «izlenimler», «semboller» zinciriyle birleştirilirler.

Semboller» modern felsefî söylem içinde, Aristotelesyan anlayış çerçevesindeki gibi ifade edilmişlerse de, «sentaktik» oldukları kadar «semantik» görünüşlere de sahiptirler. Ben, bu denemenin çerçevesi içinde, «sembollersin semantik karakteristikleri üzerinde duracağım. Fakat biz, Aristoteles'de işaret edilmiş olan önemli bir semantik ilişkiye sahibiz : «Ruh»ta veya «zihin»deki «izlenimler» (ta pathemata), şeylerin «andırıcı tasarımlar» (likening representations-homoıomata) ıdırlar.

Kısaca bu ilişkileri gösterdiğimizde:

Harfler… Sesler… İzlenimler → Şeyler

Noktalı çizgiler, sembollerce sağlanan bu bağıntıya işaret eder. «Şeyler» ve «izlenimler» arasında bulunan ve kendine özgü olan «benzerlik» («similarities») veya «andırma» («resemblance»)'ın, izlenimlerle şeyler arasındaki bağdan farklı karakterlerde bulunduğunun iddia edilişine dikkat edilmeli. Bu tartışmaya açıktır; fakat öyle sanıyorum kî, Aristoteles'in «Önermeler» de niyet' ettiğini, modern felsefî terminoloji içinde açık bir biçimde kurabiliriz:

 

                             

Belirli bir bakış ağısından olan bu diyagramın, C.K. Ogden ve J.A. Richard'ın (Meaning of Meaning» (1923: II) verdikleri diyagramla benzerliği olması, yeterince şaşırtıcıdır3.

Böylece dil ve zihin, zihin ve şeyler arasında herhangi bir ilişkilendirme noktası ya da noktaları vardır. Dil ve şeyler arasında olan bu ilişki hakkında hiçbir şey söylemeyeceğim. Mecazî olarak dendikte, farklı olan çeşitli şeyler arasında belirli «köprüler» vardır. Dil ve zihin, sembollerin aracılığıyla, beraber gelir. Zihin ve şeyler, «andırıcı tasarımlanar vasıtasıyla bağlanırlar. O zaman, dil ve şeyler arasında bize, bir rota verilmiştir: Zihin, onlar arasındaki bu bağıntıyı görür ve emniyetli bir köprü geçişini temin eder.

Böyle yorumlayarak, biz, Heidegger ya da Wittgenste'in'daki dil ve şeyler (gerçeklik, dünya) arasındaki bu bağlanışın veya bağlanışların karakterini soruşturmaya artık hazırız.

Heidegger veya Wittgenstein gibi bir filozofu anlamak için, ona, hoşgörü prensibiyle yaklaşarak, onu kendi söyleyiş biçimi içinde konuşturmak uygun olur.

Heidegger sık sık mecazları kullanır. Ben onları, oldukları gibi bırakacağım. Heidegger'in deyimlerini, sözde «yansız terimler» gibi açıklamaya uğraşarak, onları çarpıtmaya hakkım yok. Yoksa bir çeşit kıh kırk yarma (Spitzfindigkeit) olur bu. Okuyucularımın zihinlerinde, bazı şüpheler pusuya yatmasın diye, bırakın bu çalışmadaki niyetimi açıklayayım: Heidegger ve Wittgenstein'ın dediklerini açık kılmaya çalışıyormuş gibi görünmek istemiyorum, Alçakgönüllü olarak niyetim, çağdaş iki filozof tarafından ifade edilen, geleneksel inatçı bir probleme işaret etmektir. Bazıları, bu yazıda karanlık olanı, daha karanlık bir yolla açıklamaya kalkıştığımı düşünebilir (obscrum per obscurius) Bu tehlikenin farkındayım, fakat başıma gelecekleri bile bile, Heidegger ve Wittgenstein'ın, ikisinin de yorumcusu olma serüvenini göğüslüyorum.

Heidegger, felsefî terimlerin etimolojisine dair onun iyi bilinen ilgisinde, kendisine felsefî dil görüşü için bir Arşimed noktası olarak, Grekçedeki Logos kelimesini bulmuştur. Logos, Varlığın ve Demenin (Saying) adı hakkında, simültane olarak konuşur». Heidegger (1971: 80) Heidegger, dil ile gerçeklik'in arasındaki bir çatlağın ve «aralık» («distancing»)'ın bulunduğunu kabul etmez. Dikkat edelim: Konuşan, varlıkla içten bir bağ içinde olan dildir, biz değilizdir. Bu varlık, gizli yapısını konuşmayla açığa vurur. Heidegger (1971: 124) Dil, her ne kadar insana verilmiş görünse de, insanın ana iyeliklerinden biri değildir; o, varlığa aittir. Dil, «varlığın evi» («house of being») ve «tapınak» (temple,Bezirk)'ıdır. Heidegger (1971: 63) Biz, varlığın evinde ikâmet etmeğe mahkûmuz.

Parmenides'in dediği gibi «aynı şey vardır, düşünme ve varlık için». Kirk and Raven (1977: 269) Yani, düşünme ve varlık aynı şeylerdir. Parmenides'in galiba hevesli, felsefî takipçilerinden biri olan Heidegger de şöyle der : «Düşünme ve varlık birliktedir». Heidegger (1954: 47) Yani aynı anlamda Heidegger'in de iddiası: Dil ve varlık birbirlerine aittirler; biz onları ayıramayız. Heidegger'in bu ısrarından beri : «Dilin varlığı, varlığın dili'dir». Heidegger (1971: 76).

Heidegger, kelimelerle mi oynuyor? Hayır, tam tersine dilin, bizimle (onunla olmasın sakın?) oynadığını iddia etmektedir. Böylece, biz, esasî olan bu birliği kısımlarına ayırmağa uğraşmayacağız. Eğer biz bunu yaptığımızda, dil de «kaçınılmaz bir “obje”ye dönüşebileceğinden ötürü, biz, dil hakkında konuşamayacağız. Fakat dil, objeler arasında herhangi bir obje değildir; o, ayrıcalıklı bir yeri işgal etmektedir. Dil, kendi hakkında konuştuğunda, biz, ona dair konuşamayacağız. Dilin bize ihtiyacı yoktur. «Biz olmamız için, insan olarak biz, dilin varlığı içinde ve işleyişinde olduğumuz gibi kalacağız; onun dışına asla adım atmayacağız ve ona, başka bir yerden bakmayacağız». Heidegger (1954: 50).

Aşağıda, bir dereceye kadar mecazî olan, yani Heideggervari bir tarzda ona karşı olarak tartışmaya çalışacağım.

Heidegger, dil ve gerçeklik arasında bu bağlantının kurulması ihtiyacı içinde gibi görünmemektedir. Bu bağlantı, zaten, başlangıçta verilmiştir. Heidegger, gerçekliğe veya varlığa ulaşmak için dilin dünyasından yola koyulduğundan, köprüyü geçmek zorunda değildir. «Eğer biz, bir dere veya ormandan geçersek, «dere» ve «orman kelimelerinin de içinden geçiyoruz; hatta biz, bu kelimeleri doğru olarak telâfuz edemesek ve onların dilsel gerçekliklerini hatırlamasak da bu olay yine meydana gelir». Heidegger (1957: 286).

Biz her nereye gidersek gidelim, taşınabilir köprümüzü (köprü: dil ve gerçeklik arasındadır) de beraberimizde götürürüz. Demek ki o, şimdiye kadar görülmemiş olan bir köprüdür! Fakat Heidegger diyor ki, biz varlığın evler-inde zorunlu ikâmetçileriz ve diğer bir kişiyle, iletişim kuramayız. Biz, dil içinde olan mahpuslar mıyız?4 «Dil, kimsesiz olarak konuşur». Heidegger (1971:124). Ayrıca dil, özellikle bize ait değildir. O vakit dil, kime aittir? Varlığa mı? İnsan olarak bize mi? Köprüsüz insan olarak bizlerin bu durumuna dair Heidegger, herhangi bir garantili bilmeye nasıl sahip olmuştur? Heidegger, dil ile gerçeklik arasına bu köprüyü gizlice mi koydu? Heidegger'in yücelttiği şair Hölderlin diyor ki:

“O zaman iddiamdan vazgeçiyor ve hüzünle görüyorum ki nerde kelime yok oluyorsa, orada her şeyin yok olup gittiğini"

Onun Hölderlin'in bu yorumuna zıt olarak, biz, kelime ve şeyler arasındaki bir köprüyü tahrip edersek, ondan sonra «her şey yok olabilir» diye sorabilir miyiz?

Neticede, Heidegger, dil ve gerçeklik arasında daima bir köprünün bulunduğu yargısından kaçınmamaktadır. Aksi takdirde, her bir yerde kelimler kırılıp yok olacaktır. «Varlığın evi», köprünün kendisidir; biz de onun üzerinde bulunuyoruz. Biz, onun üzerinden sürekli olarak geçen yolcularız. Heidegger, dil ve varlığın mevcudiyetine inanıyor. Bu «ifade edilmez» (unsagbar) bir köprüdür; o, ne dile, ne de gerçekliğe aittir. O, «insanın ayak basmadığı» yerdedir; fakat niyetimize ters bir biçimde konuşursak, o, dil ile gerçeklik arasında ortak olanı da gösterir.

Wittgenstein Tractatus'un önsözünde, Heidegger'in felsefi tavrını çağrıştıran şeyler söyler: «Sınır ancak dilin içinde çekilebilir. Sınırın ötesi, dışı düpedüz saçmalıktır». Yine konulması saçma olana götüren bitimsiz köprünün üzerindeyiz. Wittgenstein’e göre, «geçilemez köprü» imkânsız değildir. Wittgenstein, dilin «büyük ayna» oluşundan beri, bu köprüyü kabul eder. Wittgenstein (1969: 85, 551) O zaman bu köprü, dünyadan gelen ışığın ışınıdır. Dilin içinden geçerek gerçekliği görürüz; dil, gerçekliği gösterir ve biz, dil içinde gerçekliği buluruz. Aristoteles gibi Wittgenstein da, bu iki şeyin arasındaki «aralık»a homoıomata'nın, benzerlik'in, andırıcı tasarımlar'ın girmesine izin verir. Fakat, köprünün öbür yanına dair konuşmaya çalışmak, niçin «saçma»dır? Bana göre o, henüz «ifade-edilemediği» («inexpresible») için saçmadır. Söylenebilen, dilin sınırları içinde söylenebilir ancak.

Dilin sınırları dışına çıkmağa, niçin cüret ediyoruz? «Dışarısı», her zaman dilin içinde resmedilmiştir. Öyleyse, bu «köprü» fazlalıktır. Eğer biz, böyle bir köprüyü hâyal ediyorsak, o, saçma olacaktır; çünkü aynanın arkası, yalnızca karanlıktır ve yüzü önündedir. Wittgenstein, «orman» ' kelimesi olmaksızın ormandan geçemez; fakat başka bir imkân, dilsiz dünyaya rehberlik eden, garip bir yol daha vardır: Biz, konuşmadan da dünyayı gösterebiliriz. (Gösterme»nin bir başka biçimini de Heidegger'de bulabiliriz : «gösterme olarak söyleme» «Heidegger (1971: 123)] Biz, bir söz-yitimi pahasına, köprünün diğer yakasındayız. Biz, orada dilsiziz.

Heidegger'den farklı olarak Wittgenstein, dilin bize verilmiş olduğunu iddia eder. (Heidegger'de dilin, şeylere ait olduğunu hatırlayalım.)...  Dilin sınırları (benim tek başına olarak anlamış olduğum dilin), benim (orjinal metinde de vurgulanmıştır. A.İ.) dünyamın sınırlarıdır». Wittgenstein (1969: 5.62) «Ben kendimin dünyasıyım». Sonuçta ben, kendimin diliyim. Benim yorumumda (bırakın, Wittgenstein'in sayısız yorumcularından biri olayım!) bunun anlamı; Ben, kendimi aşamıyorum; çünkü ben, dilimin dikenli telleriyle çevrelenmişim ve «solipsism» tarafından taciz edilenim; ama yine de, onun arkasındaki dünyayı fark ettiğim, bir gerçek.

Daha sonraki düşünce evresinde Wittgenstein, dilin özerk bir karaktere sahip olduğu konusunda, ısrar eder. O'na göre dil bir «sistem»dir, belirli bir calculus biçiminde olan.5, «'dil ve gerçeklik' arasında olan bu bağıntı, gramere ait olan kelimelerin tanımlarıyla yapılır». Wittgenstein (1974: 15) Her şeyden önce biz, dil içinde olmak zorundayız. Köprü hiçbir yerde rehberlik edemez. «Biz, karsıya geçemediğimizi ifade edene kadar, köprünün üzerindeyiz». Wittgenstein (1974: 160) Dil, «herhangi bir gerçekliğe karşı sorumlu olmayan» bir sistemdir ve biz de, bu sistemin bir parçasıyız. Eğer biz, dilin dışına çıkmak için riske girersek ve yine, köprüyü geçebileceğimiz umuduyla, köprüyü geçmeye uğraşırsak, başımız belâda demektir. Genç Wittgenstein, matematiksel mantığın gözlüğüyle bakıyordu; o, calculus tarafından büyülenmişti. Genç Wittgenstein, dilin sınırlarındaki müthiş engellerle savaştı, boş yere. Wittgenstein, geçilemez köprü üzerindedir. Orada Heidegger ile buluştuklarım hayâl ediyorum. Her ikisi, bitimsiz olan bu köprü üzerindeki müthiş heyecanlı yürüyüşleri esnasında, karşı kıyıda Aristoteles'in el salladığını görebilirler.

Köprünün yolcuları kimler idi? Aristoteles, Heidegger ve Wittgenstein. Aristoteles'in köprünün sağlamlığına ve durumuna dair şüphesi yoktu. Aristoteles, köprüyü kuracak ve üzerinden kolayca geçecek kadar cüretli idi. Fakat bizim çağdaş filozoflarımız (Onlarda yanlış olan ne?), yeterince «kahramanlık» («heroism»)'a sahip değillerdi; hatta böyle bir köprüyü hayâl etmeye bile. Niçin? Onları bu kadar ürkek yapan, ne? Hakikat peşindeki bir araştırmacının eziyetli hayatı mı, onları tedirgin ediyordu? Onların zamanındaki felsefî geleneğin çözülmesinden etkilendiklerini kabul mü etmeliyiz? Von Wright (1978: 73) Veya aksine, çağımızın oldukça tanınmış bu iki mistiğini takdir ettiğimiz halde, onların dile yönelik tavırlarının değerini bilmekte, oldukça tutucu muyuz?

NOTLAR

1. Bu açıklamada, Heidegger'in yorumunu kullandım. Heidegger (1971: 114).

2. De Vogel (1967: 440).

3. Burada, eğer “işaret” (“sign”), “sembol” gibi okunabilirse, bu Saussure'un ona dikkat çekmesiyle ilgilidir : Saussure, bu olgunun farkında olarak ya da olmayarak o, şu dedikleriyle Aristoteles ile uyuşmuştur: “Kavram ile ses imgesinin birlikteliğine işaret ediyorum…” Saussure (1974 : 67).

4. Burada sunduğum denemenin, F. Jameson'ın «The Prison-House of Languages adlı eseriyle alakalı olarak temellendirildiği düşünülebilir. Fakat bu eseri, bu denemeyi yazana kadar okumadığımı itiraf etmeliyim; ama arkadaşım Sabri Koç'un tavsiyesi üzerine, bu kitabı okumak için güçlü bir istek duydum. Bu kitabın tamamını okuduktan sonra, Jameson'ın amaçları ve felsefi perspektiflerinin, benimkilerden epey farklı olduğunu gürdüm. Bu çalışma, «structuralist» (Saussure, Strauss, hatta Althusser…)'lerle hesaplaşma niyetini taşımıyor. Bundan başka, Wittgenstein'in eleştirisine (s. 23)'de katılmadığımı söylemeliyim. Keza, onun Heidegger üzerine olan görüşleri, bana, oldukça yüzeysel görünmektedir.

5. Dilin bütüncül (holistic) tabiatı için bakınız, Wittgenstein (1974: 5, 10, 13, 16, 21, 143); (1967: 146); (1953: 224).

Dilin özerk karakteri için de: Wittgenstein (1974: 29, 97).

 

 

KAYNAKLAR

 

De Vogel, G.J. (1967 Greek Philosophy Leiden: E.J. Brill.

Heidegger, M. (1957) Holzwege, Frankfurt am Main: Klosterman.

Heidegger, M. (1959) Unterwegs zur Sprache, Verlag Günther Neske: Pfullingen

Jameson, F. (1972) The Prison-House of Language, Princeton: University Press.

Janik, A, Toulmin, S. (1973) Wittgenstein's Vienna, New York: Simon and Schuster.

Kirk, G.E.; J.E. Raven (1977) Pre-Socratic Philosophers, Cambridge: At the University Press.

Saussure, F. (1974) Course in General Linguistics, tr. w. Baskin, Glasgow: Collins.

Ogden, C.K.; A. Richard (1923) Meaning of Meaning, London: Kegan and Paul.

Von Wright, G.H. (1978) “Wittgenstein in relation to his times”, in the proceedings of the Second International Wittgenstein Symposium, Wittgenstein and his Impact on Contemporary Thought, Vienna: Hölder-Pichler-Tempsky.

Wittgenstein, L. (1953) Philosophical Investigations, Oxford: Basil and Blackwell.

Wittgenstein, L. (1967) Zettel, Oxford: Basil and Blackwell.

Wittgenstein, L. (1969) Tractatus logico-Phüosophicus, Logisch Philosophische Abhandlung Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag.

Wittgenstein, L. (1974) Philosophical Grammar, Oxford: Basil and Blackwell.

                                                                                  Haziran 1981’de yazıldı.

 

08 Mayıs 2020, 16:10 | 974 Kez Görüntülendi.

Yazı Detay Reklam Alanı 728x90

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*