BİR GARİP ŞİİRCİYİM BEN

BİR GARİP ŞİİRCİYİM BEN

BİR GARİP ŞİİRCİYİM BEN

            Gergin asabi bir ülkede, gerenlerin cehenneme çevirdiği dünyada şiir nerededir? Miting meydanlarında şiir sanılarak okunan manzumelerle yoğrulmuş bir ruhun şiir gözünün açılması için ne yapılabilir?

                                                           ***

            Herkesin kendini şair sandığı bir ülkenin şiir vurgununu yemiş bir çocuğu olarak, gecenin ilerlemiş saatlerinde şiire attığım feryat, bilirim şiire ulaşmamıştır. Şiirin kulağı şairleredir. Şiirci olarak benim gibi şiir hizmetlileri, şiirden şaire gelen sesin “kulak misafiri” olabilir ancak.

                                                           ***

            Manzumelerin çoğunlukta olduğu bir ülkeye demokrasi gelmez. Demokrasi ancak şairler çıkarabilen toplumlarda yaşanabilir.

                                                           ***

            Yarım yüzyıldan fazladır şiirciyim. Şiirimsiler yazanlara şiirci diyorum. Şairim diyemem, şiir incinir.

                                                           ***

            Şiirimsiler yazıyorum. İlk yayımlanan yazım da on beş on altı yaşlarımda bir şiirimsi idi. Yirmi yaşımdan önce de sonra da şiirimsiler yazdım. İlginçtir, Halil İbrahim Bahar’ın çıkardığı Soyut dergisinde yayımladıklarımı (Altmışlı yılların sonları idi, galiba!) Behçet Hoca (Necatigil!), epey övmüştü. Cöntürk ise “hep birbirine benziyor yazdıkların, birini görünce hepsini görmüş gibi oluyorsun” demişti. Galiba beğenmemişti! Aklımca bedenimin elektriğinden çıkan şiirlerdi. Cemal Süreya, Papirüs’ün yazıhanesi yanmadan önce ona yolladıklarımı “sizde iş olabilir” gibi bir mektupla yanıtlamıştı.

            Nedense şiirden hep korktum. Almanya’da bin dokuz yüz yetmişli yıllarda dergi çıkaran Yüksel  Pazarkaya, kendisine gönderdiğim şiirimsileri hiç beğenmemişti. “Ne biçim şeydi o ‘Gökte ay var/ Eve ekmek götürmem gerek’ dizeleri” demişti. Oysa o dizeler benim için ne derin anlamlar içeriyordu. Demek ki karnımızdaki anlamla şiir yazılamıyor.

                                                           ***

            Freud kadınlardaki penis kıskançlığından söz eder. Ben galiba şairleri kıskanıyorum. Bir yakın dostum benim hep şairleri kıskandığımı söyler. “Haklısın” derim, “ama hepsini değil!”

                                                           ***

            Adam emekli kaymakamdır. Nedense, gün olur şairliği gelir. Başlar döktürmeye. Birkaç dost buldu mu dergicilerden ya da yayımcılardan ya da matbaacılardan. Değme gitsin. Şair olur çıkıverir.

                                                           ***

            Bu ülkede dört kişiden beşi şairse, ben bir başına şiirciyim.

                                                           ***

            Manzume yazmıyorum. O kadar alçak gönüllü değilim. Manzume içler acısı şiir müsveddeleridir. Çok var onlardan, dergiler onlarla dolu.

                                                           ***

            Üniversitede şiir dersi veren manzumeciler var. Kendilerini şair sanan. Şiir kuramı bilmek insanı şair yapmıyor. Ben de gençliğimde şiir kuramlarını yuttuğunu iddia eden ukala dümbeleği idim.

                                                           ***

            Şiir üzerine yazdığım kitaplardan birini, adına imzaladığım ünlü bir şairimiz, kitabı kendine veren öğrencime, “ Ben de bari resim üzerine bir kitap yazayım” demiş.

            Benim şiirle ilgim olmadığını düşünenler pek çok. Felsefeci dostlar beni uyduruk bir edebiyatçı, edebiyatçılar uyduruk bir felsefeci olduğumu sanıyor. Diyorum ki ben, şiirciyim. Hurda şiirler var dükkânımda. Bozuk. Onarıp, kullanabilirsiniz belki.

                                                           ***

            Delici psikanalist bakışlı dostlar “herif felsefede dikiş tutturamadı, şimdi işi şiire vurdu. Şiir diye yazdığı eskimiş manzumelerinin farkında değil salak, bir anlarsa tekrar felsefeye dönecek gücü olmadığı için intihar etmesi gerekecek” diyorlar, arkamdan.

            Nereden mi biliyorum? Diyorum ya, şiirciyim ben. Şiircinin bilmediği yoktur.

                                                           ***

            Bir genç şairin şiirlerini okuyup da şu ölçülü uyaklı dörtlüğü yazmıştım:

                                    Sormalıyım: Bir şiir neden bir hayat değildir

                                    Hayatım kendini özleyen yalnız bir şiirken.

                                    Ne anlatır kim bilir, nasıl esrarlı bir dildir

                                    Ölümün rüzgârıyla şiire süzülen yelken.

            Galiba kendime yazdım bu dizeleri. Şiirimsilerim, biraz divan biraz halk şiirinden besleniyor. Âsaf Halet’in Ece Ayhan’ın, Bedri Rahmi’nin, Cemal Süreya’nın, Tanpınar’ın pınarlarından içmek istiyor. Yunus’un. Karacoğlan’ın.

                                                           ***

            Şimdi, “senin şiirciliğin “gizli” bir şairlik iddiası değil mi?” diyebilirsiniz. Hemşerim (Afyonlu!) Semâ’i gibi:

                                    Belâ  dildendir ol dildâr elinden dâdımız yokdur

                                    Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yokdur

derim. Dildâr olan, gönlümüzü kendine bağlayan, sevgili, şiirdir. Gönlümüzün sahibi olan şiirden bir yardım talebimiz, adalet beklentimiz yoktur. Yakınmamız gönüldendir. Şükran duygumuz gönlümüzedir, şiire yöneltmiştir yolumuzu çünkü.

            Ölünce ardımdan şiirciydi rahmetli desinler.

                                                           ***

            Şiirde keramet vardır elbette. Yolumuz biraz olsun manzumeden sapmışsa. Ama kim bilebilir, ardına düştüğümüzün, şiir sandığımız, kupkuru bir manzume olmadığını?                                                          

10 Mayıs 2024, 00:56 | 41 Kez Görüntülendi.

Yazı Detay Reklam Alanı 728x90

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*