ŞAİRANE YURT TUTAN İNSANDAN YURT TUTAMAYAN ŞAİRE: BİR KISA HEİDEGGER YOLCULUĞU

ŞAİRANE YURT TUTAN İNSANDAN YURT TUTAMAYAN ŞAİRE: BİR KISA HEİDEGGER YOLCULUĞU

ŞAİRANE YURT TUTAN İNSANDAN YURT TUTAMAYAN ŞAİRE: BİR KISA HEİDEGGER YOLCULUĞU

ŞAİRANE YURT TUTAN İNSANDAN YURT TUTAMAYAN ŞAİRE: BİR KISA HEİDEGGER YOLCULUĞU

                                                                                                                                                                             El-Ma’nâ fi batni’ş-şâ’ir*

 

NE ARAR ŞAİRLER HAYATIMIZDA?

‘Ne arar?’ sözünü iki anlamıyla yorumlayalım. İlkini ‘ne işleri vardır?’ gibi anlayalım. Şairler coşkuyla arayanlardır, taşarak arayan. Araştıran. Mânevi olarak uyarılanlardır, uyarılmış ve aşkla sorgulanmışlardır. Bunları bir yorumuyla Megaralı şair Theognis söylüyor, bundan 2500 yıldan fazla bir süre öncesinden. Şairin görevlerinden biri ‘môsthay’dir diyor: môsthay,(1) uçsuz bucaksız olanı arama, aralamadır karanlığı, tıpkı o dönemin yazarı belirsiz bir şiirinde söylendiği gibi:

 

“Yetinmezler tatmakla ellerinin altında olanı, Esin Perileri

Yürüyüp daha da ileri

Ne varsa her şeyin kaldırırlar ürünü”(2)

 

Şiirle aranır mı? Ne arar şairler hayatımızda? Ararlar, aranırlar, Ararlar. Şairler hayatımızda ararlar. Böyle şiir mi olur? Şiir bir anlatım, duyguları, düşünceleri belli bir biçimde dile dökmek dile getirmek değil midir? Bir ses vermek değil midir gökkubbeye, baki kalması umuduyla? Fuzûlî,

 

“Bezm-î aşk içre Fuzulî, nice ah eylemeyem

Ne temettü bulunur bende sadâdan gayri” diyor.

 

Bir ‘ah’dır şiir, bir sedâdır, şair bir sestir, ses verendir. Belki Mevlânâ’nın dediği gibi (Mesnevi I, 216, Gölpınarlı şerhi) bizim yaptıklarımız ses, evrense bir dağdır. Sesimiz dağda yansır, gerçekliğe varıp döner gelir. Belki bir ‘sonar’ gibi kendi sesimizi yollar, geri gelen sesle gerçeği anlamaya çalışırız; Fuzûlî ses olduğumuzu söylüyor. Şair sestir. Sedâdır. Mevlânâ o sedâyı işitendir, ‘cihan denilen dağdan gelen yankıyla.

Ne arar şairler ömrümüzde? Sedâ yollayıp sedâ alırlar. Sedâ solurlar. Ölürlerse, ses soluk kesilir. Cihanı dinleyemez oluruz. O Eski Yunan şiirindeki ‘Mousa’lar, esin perileri, ürünleri kaldıramaz araştırmazlarsa. Eski Yunanlı şair, arama aşkıyla yanıyor. Ses duyma ardındadır. Kulaktır o. Can kulağıdır. Fuzûlî ‘ah’tır, bir çığlıktır, arzulu bir ‘hoş’ sedadır, yanık, yakınan, müştekî bir sedâdır. Mevlânâ ses verir ve alır! Eski Yunanla Fuzûlî kaynaşır onda. Cihan dağına ününü gönderir. Döner gelir ün semtimize. Cihandan yansımış sesimizi duyarız. Oysa çapkın Sappho (Safo diye okumak istiyorum!),

 

“Gel ey kutsal sazım konuş benimle

  Kendine bir ses bul”(3)

 

diyor. Lesbos adasından (Midilli) İsa’dan 600 yıl kadar önceleri. Ses bulunacaktır. Ses bir yerlerdedir, ses olacaktır saz; kutsaldır, ses gökten gelir, gökseldir, semavî. Ses çalgıdandır. Biraz insan ürünü, biraz tanrısal olandan. Çıkarılacak bir şeydir, sazın tellerinden, orada gizlidir: Orada teller dillenip konuşacaktır. Bu örnekte ne Fuzûlî’deki gibi şairden çıkıyor, ses, ne de Mevlânâ’da olduğu gibi ‘dağ yankısıdır’. Sazla sözlenmektedir şair.

            Ne arar şairler hayatımızda? 1. Ararlar, araştırırlar. Bir bilgi, bir öğrenme, duyma, kavrama, gönülleme yolundadırlar. 2. Ses verirler, soluk verirler, evren çiçek açar. İnsan şiir açar. 3. Ses verip ses alır hem kendilerini hem gerçekliği tanır, tanıtırlar. 4. Çalarlar. Ateşi değil yalnız (Prometheus!), sazı. Saz konuşur. Dinlerler saza ses verirler. Ondan ses alırlar. Safo’nun sözleri ile Mevlânâ’nın andığım benzetmesi arasındaki fark şurada: Safo insan ürünü, tekniğin ürünü, ürettiği (poêsis: üretim, meydana getirme: şiir!) sazdan alıyor sesi, Mevlânâ, dağdan, cihandan!

            Yeniden: Ne arar şairler hayatımızda? İkinci anlamıyla: Neyi ararlar, neyi araştırırlar? Hakikati mi? Neden olmasın? Yerle gök arasında ulaktırlar, gidip gelirler. Batı kültürünün kökenlerinde, efsânede. Tanrılarla ilişki halindedirler, hep; esin perilerinin seslerini ararlar. Umutsuz bir yaşamda umudu ararlar. Yine Theognis:

 

            “Ölümlüler arasında tek iyiliksever tanrıça bir umut kaldı

            [Öbür tanrıların hepsi çekilip gitti Olümpos’a]”(4)

 

            Yalnızca umutla ilişkisi kalmıştır şairin, tek dayanağı odur. Ekmeğimiz umuttur, tenhâ ve zamanda, ıpıssız zamanda, kupkuru bir zamanda şair seslenir: Umut tanrıçası bir tek sen terk etmedin insanları. Umudu ararlar; aşkla aramanın, aşkla çıkılacak uzun araştırma yolculuğunun iskelesidir çünkü.

             Ne arar şair? Umudu. Neyin umudunu? Aradığını bulacağının umudunu. Oysa şair baştan aşağı Eros’tur Eski Yunan’da. Aşktır. Aşk tehlikelidir. Gerçeği çarpıtır. Düşü azdırır. Nietzsche tepesi atınca kızar Platon’a. Şölen diyalogundan Sokrates’e sırılsıklam aşık Alkibiades’i anımsayın. Körkütük serhoş olur, Eros yolundan saptırmıştır onu. Dionüsos, çılgınlığın, şarabın tanrısı serhoş etmiştir onu. Sokrates’se bir türlü serhoş olamaz. “Neden” diye sorar Nietzsche, “ne Alkibiades filozof olabiliyor ne de Sokrates serhoş?”

            Coşkuyla akıl neden kucaklaşmasın ki? Çünkü diyor, şair Pindaros, “Bilge, ‘aşırıya kaçma’ sözünü aşırı över!” Ölçü (to metrion)dür asıl olan. Serinkanlı dinleme, serin kanlı ‘seyir’, ‘teori’dir önemli olan. Coşku bozar, saptırır, hülyâ, heyulâ olur! Korkar Platon şiirden. Ölçülü şiir, dengeli şiir, eğer gerekliyse. Şiir Eros’un zorbalığıdır. Bu nedenle bu zorbalığı denetlemek, bir hastalığı denetlemek gibidir. Önlem almak, ilaç, çâre (farmakon) (5) bulmak gerekir. Dizginlemek gerekir onu. Çünkü şiir, ‘hayatımızda arar!’ Kimlerin hayatında? Biz toplumda yaşayanların. Devlet diyalogunda (örneğin 607 b) şiiri düzen bozucu olarak görür Platon. Devletin düzenini bozar, çünkü, Eros’u güçlüdür. Ruhu şairin, Eros’un çılgınlığı ile dizginsizdir. Devletin akla uygun yasalarına uymaz. Akla karşı arzuyu, çoşkuyu seçer. Hakikati bulamayız onunla, kötü bir taklitin, ölçüsüzlüğün, dengesizliğin kaynağıdır. Platon’un devletinde şiir haramdır. Yasaktır. Oysa toplumda insanlar birbirlerini severek birlikteliklerini sürdürürler (Devlet 414d). Erotiktir kökeninde yönetim. Politikanın, devlet yönetiminin altında Eros vardır. Aşk vardır. Şiirin sesi, şairin peşinde olduğu şey vardır.

            Platon şiiri alır. Ölçüyü kaçırmamak, topluma yararlı olmak, akla uymak, tedbiri (farmakon) alınmak koşuluyla bırakır. Şiir, hakikate kurban edilecektir. Alkibiades serhoş, Sokrates filozoftur. Seven serhoş, düşünen sevgisizdir. (Ölçülü sevgili, Erossuz sevgili, sevgisiz sevgili!) Ne diyordu Apollinaire?

 

            “Sarhoşum içmekten tüm evreni” (6)

           

            Şarap içilmiyor, hakikat içiliyor; Mevlânâ’nın dağı içiliyor. Safo’nun sazı, Fuzûlî’nin âhı içiliyor. Hakikat içiliyor. Serhoşluk, insanın varlıkla aynı titreşimde olmasının, rezonansının, hakikati aramanın, bulmaya, çabalamanın serhoşluğudur. Şiir serhoşluğudur. Şiirin serhoşluğudur. Tehlikeli midir? Gerekli midir? Evet, ne arar şairler hayatımızda?

            Hâtif Arapçada ‘seslenen’ demek. İslam’dan önce çöllerde duyulan seslerin Hâtif denen cinden geldiğine inanılırdı. Hâtifi duyar mı kulağımız? Kulağımız şiir kulağı mı? Hâtif, şaire mi ulaşır yalnız? Aldatıcı mıdır? ‘şiir aldatır mı ağabeyler?’ diye soralım, Ece Ayhanca. Hâtif kentlere inerse, televizyon, radyo, trafik ve siren seslerinden, apartman gürültülerinden arındırılıp, duyulabilir mi?

            Dağ feryâd ediyor. Mevlânâ’nın dağı (Mesnevi, III, 4277, 4280, Gölpınarlı Şerhi). Şair duyar, onunla oturanlar duymazlar. Ne mutlu o cana ki görmediğine inanır. Görmek, Yunanîdir, teoridir, nazariye, nazar! İşitmek, şairedir. “Kendisinde yüzlerce söz duyar da onunla oturanlar bundan bir koku bile alamaz.” Dağın feryadı varamaz kulağımıza, şiir gürültüye gitmiştir.

            Yunandaki Ekho’yu anımsayın. Kutlu, güzel bir kız. Yalnızlığı sever. Bir kız. Bir dişi. Nietzsche’nin hakikati olmasın sakın! Die Vernunft’u, dişi akıllı? Narksisos denen kendi kendisine aşık delikanlıya vurulur, erir gider. Sesi kalır. Yankı olarak. Aks-i sada olarak. Aklı, akıl duyar mı? Yoksa ses, aklı aşmış, aşkı aşmış, gerçekliğin kendisi mi olmuştur? Hatif ile Ekho dünyada seslerini duyuramamanın iç burkuntusu ile seslerini soluklarını kesip kendilerini duyuracak şairleri mi beklemektedirler? Yoksa, cin Hâtif ile Tanrıça Ekho gelişmiş elektronik aygıtlarla (belki, büyük bir ülkenin gizli servisinin geliştirdiği) işitilmeyi mi beklemektedir-ler? (El Hâtif, Modern Arapçada telefona verilen ad olmuş!)

 

HEİDEGGERKÜREDE BİR AKŞAM TEPESİ

            Şiiri unuttu mu artık dünya? Bir zamanlar şiirle doluydu da, şimdi şiir terk etti mi onu? Böyle bir şiiri mi var, mekândan, zamandan âzâde? Şiir dünyanın, şiir hayatımızın bir yansıması değil mi? Her dönemde, her kültürde yok muydu, yok mudur şiir? Yoksa şiirin kendi başına bir seyri mi var?

            Sorular bir hoşnutsuzluğun, bir şiirsel yoksulluğun yarattığı sıkıntıların çevresinde dönüyor. Bu sıkıntılar geçmişte ya da gelecekte bulunduğuna, bulunacağına inandığımız gönüllenmiş bir şiir dolu yaşayışa özlemden de kaynaklanmıyor. Şiir bir yaşama biçimidir. Bir yaşama biçiminin belli bir dilsel yollarla anlatımı değil. Şiir, Heidegger ve ardından gidenlerin sezgilerinden, tartışmalarından çıkarabileceğimiz gibi, insanın kendisi olma çabasıdır. Şiir, tek tek insanların ve tarihin ve toplumun yaşayacağı, yaşamayı deneceği hayata verilmiş bir addır. Mitos’taki, efsane şiiri görüyoruz. Şiir, şiir ötesi kaygıların (güç elde etme, çevreye hoş görünme gibi) üstünü örtmek, onlara kılık değiştirtmek için söylenen sözler değil. Şiir coşkuyla yürüyebiliyor; söylenmiyor, okunmuyor yalnızca, olunuyor. Ne demek şiir olmak? Dichtung dichtet! Şiir, şiirliyor. Şiir kendini ortaya koyu-yor, olay oluyor.

            Dünyanın şiirsizliği, dünyada şiirin olmayışı demek değil. Şiir yazılıyor, ama şiirin yaşadığı, oluştuğu, şiirlendiği çağa uygun sesi yakalayamıyor demek. Çağın kulakları kesilmiştir. Kulak kesilmiştir, insan duymamıştır. Dünya şiire uyumaktadır. Şiir karşısında uykudadır.

 

            “Ben kimim ki nazar edem

            Nazar eden de uykuda”

 

diyor, Pir Sultan. Şiirin yokluğundan yakınan da, şiirin terk edip gittiği dünyada uykudadır. Sevgili uykuda, onu seyreden de uykudadır. Şiir uykuda, şiiri yaşayacak olanlar, şairler ve şiir yaşayanlar tümü uykudadır. Gaflet uykusu mudur bu, kıyamet uykusu mu?

 

            “Kitabın dediği günler oluyor

            Yoksa devir döndü, âhir zaman mı?”

 

Dadaloğlu’nun kitabını Alman’ın ‘Vorzuschreibende Wege der Kültür’ dediği, önceden belirlenmiş kültür yolundaki yaşanan birikim olarak yorumlayalım. Bu birikim, sonun geldiğini söylüyor. George Trakl, Heidegger’in ünlü şairi,

            “Ruhtur, yeryüzünde bir yabancı” (7)

diyor. Yeryüzünde yabancılaşmamız, sosyo ekonomik tabanlı çözümlemelerin yanında, şiirden uzak düştüğümüz, şiir hasretiyle yanıp tutuştuğumuz için değil midir? Ruh, neden şiirsiz kalıp yabancı olsun yeryüzüne? Ruhun ilkbaharı (Frühling der Seele) şiirle gelecektir.

            Okur, dikkat edip oyuna gelmesin: Şiiri abartıyorum, ona alışılmışın dışında anlamlar yüklüyorum. İşte bu, Heideggerküre’de yaşadığım içindir. Böyle yaşanmaz diyenler. Heidegggerküreyi tanımadan konuşmasınlar. Trakl’ı işitiyorum:

 

            “Yumuşacık türküsü kardeşin akşam tepesinde” (8)

 

            Şiirin kurtuluşunu (kurtarılışını mı demeliyim?) tartışacağım daha. Ruhun yabancılığını. Gurbetini. Sıla özlemini. Novalis öyle buyuruyor, Romantik yazar: Felsefe sıla özlemidir. (Heimweh). Şiir özlemidir diyorum ben de. Duyduk duymadık demeyin: Felsefe, şiir özlemidir. (Dâüşşiirdir). Sokrates ustanın, heybetli Platon’un çatık kaşlarını duyarak. Meslektaşlarımın gülümsemeleriyle: “Sulandırma, şiirin neresi felsefe?”, “Felsefenin neresi şiir?” Neyleyim ki, kardeşim akşam tepesinde oturmuş türkü çığırıyor: Theognis’ten başlamıştık, bizlerden Mevlânâ, Fuzûlî, Dadaloğlu, Pir Sultan kardeşlerim türkü söylüyor. Bu türküde düşünce var: Dichtende Denken: Şiirleyen düşünce. Şiirin bir uçukluk, bir ruh zayıflığı, düşünme yetersizliği, üstünkörülük olduğunu sanmak, şiirleyen düşünceyi beceremeyen örneklerden kalkılarak varılmış sonuçlardır, ancak “Heidegger, şiirle düşünmeye kalktı. Hem şiiri hem de düşünceyi berbat etti” diyebilirsiniz, bu ağır, mistik havanın insanı tehlikeye attığını söyleyebiliriz. “Ölçüyü kaçırmayalım arkadaşlar!” Peki, ne yapalım? Logos, içinde şiir taşıyor. İşitilmiştir.

            Şiirin sesi, düşünce tarihinde dönem dönem ortadan kaldırılmaya çalışılmış, kupkuru düşünceyle, kesin, sağlam, şaşmaz sıfatlarını başına yerleştirdiğimiz düşünceyle gürültüye getirilmeye çalışılmıştır. İtiraz ederiz. Nietzsche’ye uğrayıp feryadını dinleyerek. Nihilizmin çan sesleri arasında.

 

BİR O ÇILGIN, BİR O ŞAİR

            Şiiri duymak, şiiri yaşamak için çıldırmak gerekli midir? Sağırlar arasındaysanız, evet! Nietzsche öyleydi, bir çılgın! Ama bedence kendini yitirinceye dek ‘deli’ değildi. Çılgın, bilinçlidir, çünkü. İsteme gücünü yitirmemiştir, tümüyle. Yaratabilir. Bir ‘Ermöglicher’dir, olanak yaratıcıdır, bir ‘Ermöglicherin’ olan sanatın doğurtucusudur. Onunla gerdeğe girendir. Hayattan kaçmaz. Hayatın üstüne üstüne gider, ayartıcısıdır onun! (Verführerin zum Leben). Kışkırtıcısıdır hayatı yitirmiş insanı hayata. Kendini cenderede duyar, eli kolu bağlıdır; yalanlarla doludur kültür, değerler kokuşmuş, insan çökmüştür.

            Şiir, şiir işte bu zamanda yanacaktır. ‘Dionysos Dityrambosları’nda şöyle diyor:

 

            “Yasaklısıydım

            Tüm Hakikatin!

            Bir ben çılgın! Bir ben Şair!

            Şairin özlemleri

            Senin özlemlerin bir maskenin ardında,

            Seni çılgın seni! Seni gidi şair” (9)

 

            Hakikat yasaktır, hayatımızdan sonsuza değin sürülmüştür. Hakikate erişmek olanağı yoktur. Yalan gereklidir insana yaşabilmesi için. Dünya gezegeninde biyolojik varlığıyla insan hayatını sürdürmek için yalan söylemek zorundadır. Homo Mendax’tır insan! Yalan söyleyen varlıktır. Zorunludur yalana, yalan dünyada, insan gücüyle, gücü istemesiyle (Wille zur Macht) kendi kendini ayakları üstünde tutmaya çalışarak yaşayacaktır. Tanrı ölmüştür, onun gözünde, doğruluğundan kuşkulanmayacağımız görüşler, hayatımızı güvenle kollarına bırakabileceğimiz temel (Grund), sarsılmaz inançlar yoktur. Bu yüzden çıldırmaktan gayri çıkış yoktur, değerleri yeniden yaratmak (umwetung), dönüştürmek, ‘hayattan’ kopmalarını engellemek gerekir. Bir odur çılgın, bir odur şair. Şair olmayan kültür adamı teslim olmuştur kültüre, yalana, maskeye. Özlem, bu maskeleri yenilemektir. Fark etmek, atmaktır. Ama, hiçbir zaman yalan ortadan kalkmayacaktır. Yalanla konuşmadan ayakta kalmak, Homo Mendax’ın işi budur. Şair bilerek, isteyerek yalan söyleyecektir. (Platon’un kulakları çınlasın!) Hakikat Olümpos Dağı’na çekilmiş, Theognis’in dediği gibi, yeryüzünde bir tek umut kalmıştır: Yalan. Hakikat avcılığı yapılacaktır. Hayâli bir av ardında. Hakikat kışkırtılacak, hakikatin damat adayı olunacaktır. Hakikate ‘asılacaktır’! Çılgınca, şairdir o. Alaycı, şeytanî, kan emici, yırtıcı, sinsi yalancıdır, ama yine de ‘selig’dir, mutludur, kutlu, ‘cennet mekân’, hayırlı! Çünkü bütün sözler anlamlarını yeniden kazanmaktadır.

             Şiir yoksa, mahkumiyet vardır! Yalan ölmüştür, yaşasın yalan! Yeni yalan, yeni şiir! Kedi kurnazlığıyla dolu, her rastlantının peşinden koklaya koklaya giden, yabanıl bir orman hayvanı! Şair budur: Şair bedenini bulmuştur, unutturulan bedenini, yabanıllığına erişmiştir. Şairin özlemi, yalanın, kültürün, kokuşmuş değerlerin pılı pırtısından arındırmaktır kendini: Doğru bedenine! Doğru ormana! Gözlerinde çakan şiir kıvılcımıyla. Çıldırmak ve şiirle darmadağın etmek, hastalıklı değerleri! Şair! Seni çılgın seni! Nietzsche, metafizik kokuşmuşluğun (hakikati yakaladığını sanma gafleti!), ahlaksal çöküntünün (ahlakın kökenlerini fark edemeyiş) farmakon’u, ilâcı olarak şiirle gelir. Platon’u başaşağı çevirmiştir; hakikati kovar ülkesinden, hakikatperveri! Şairi çıldırtır. Şairi arayışın tehlikelerle dolu gezginliğin kucağına atar. Yeni değerlere doğru, gülümsemeye, omuz silkmeye doğru; her şeye evet diyerek her şeye karşı çıkmanın tehlikelerine doğru. Bilim şenlenecek, şiirlenecek, hakikatle dalga geçilecektir. Alkibiades’e felsefe öğretilecek, Sokrates’e dans ettirilecektir. Yıldızların altında bedenini duya duya dönecektir mutlu (Felix) Sokrates!

            Nasıl bir şiirdir Nietzsche’ninki? Nasıl bir arayış? Çıldırmıştır şiir! Sanat dağa çıkmış, silahını kuşanmıştır. Sanat olanca tutkusu içinde tutkusuzluğa dönüşecektir. Nietzsche’nin eşkıyaları dağdan inecek, Platon’un devletinde Agoral’da dansa başlayacaklardır.

            Peki bu yüzyılda, bu dünyada? Çılgınlık nereye götürecektir bizi? Varlık ne olacaktır? Varlığın sesi gürültüye mi gidecektir? Çaresiz birgün Heidegger ormandaki kulübesinden inecek bize bir seminer verecektir.

 

HEIDEGGER HEIDEGGERLİYOR DA ŞİİR ŞİİRLİYOR MU?

 

            Heidegger’e kuşkuyla bakanlar için, Heidegger zındıklarının üzerinde uğraştığı şu soru ilgi çekici olabilir: Şu kuramların, anlamların çoğalıp çoğalıp darmadağın olduğu dünyada Heidegger bizi dolduruşa getiriyor olmasın? Varlıktan söz ediyor. Varlığın sesinden. ‘Atılmışız’ bu evrene diyor, peki atıldık. Temeli yok hiçbir şeyin. Özgürüz. Bir temele muhtaç olmayacak, bir temelden yoksun olabilecek biçimde özgürüz. (Freiheit ist… Freiheit zum Grunde!) Biz hiçlikteyiz. Hiçlik: askıda olmak. Temel istemeye (Grunden wollen) direnmenin askısında asılıyız. YOĞUN BİR ANGST’ı, derin bir metafizik kaygıyı yaşıyoruz. Batı düşüncesi bu derin UÇURUMU, BOŞLUĞU, HİÇLİĞİ, HİÇLİK KAYGISINI aşmak durumundadır. Nietzsche çıldırdı, kurtuldu. Heidegger ise Varlık’tan dem vuruyor. Varlık bir temel, bir ‘Grund’ değil mi? Temelsiz bir temel o. Heidegger zındıkları sevinmesinler. Heidegger’de çılgınlık varlığa dönüşmüş, anlamsızlık, hiçlik, varlığı doğurmuştur. Varlık şiirdir, şiir Varlık’tır.

            Eduard Mörike’nin 1846’da yazdığı Auf eine Lampe adlı şiirinden bir dize:

 

            “Bak kendi başına güzelliğin şavkı vuruyor onda” (10)

           

            Lambanın ışığından güzelliğin şavkı vuruyor dile, şiire. Şiirde önceden belirlenmiş yollar yok, temel yok, temelden çıkarılan sonuçlar yok. Şiir yolu, bir dağ yolu, bir orman, bir Kara Orman yolu. Nereye gideceği belli değil. Bu belirsizlik, bir olanak, bir özgürlük. Her âna sahip çıkmak gerekiyor, tarih önceden çizilmiş değil. Ama zaman geçmiş, şimdi, gelecek üçlüsü içinde sürüyor.

            Kimseyi dolduruşa getirmiyor Heidegger. (Belki ben bu sözümle okuru dolduruşa getiriyorumdur!) Nihilizmin gecesini yaşıyoruz. Akşamını. Akşam ülkesi, Abendland, Doğu demektir. Nihilizm Heidegger’de Doğu’ya doğru akıyor. Düşünce Varlık unutulmuş, yaban yaban dolanmamız (im Befremdlichen Wandert), yaban ellerde dolanmamız, uzletimiz bundandır. Hiçleyen hiçlik (Das nichtende Nichts) soyar anlamları, sıradan yaşayışın kabuğunu. Hiçlik, seyyahları, gezginleri sorarlar arada bir: “Bu aralar Varlık ne durumda?” (11) Bu soruyu sorabilmek, Varlığın perdesini aralayabilmek, bizden sürekli olarak kendini gizleyen gücü görebilmek, duyabilmek, düşünebilmekle olanaklıdır. Düşünebilmek ise çok zordur. Düşünce yoksuluyuz hepimiz. İşi düşünmek olanlar da bu özelliklerini yitirdiler. Hesaplayan düşünceye düşünce diyoruz. Oysa kaynağa yönelen, anan, anımsayan, yâd eden, karşılık veren, varlıkla titreşim halinde olan düşünceye (andenkende Denken). Düşünme varlığı zorlamaz, onu zincirlemez. Düşünce varlığı bırakır. Varlığı varlık olsun diye bırakır. (12) Dille dinler onu. Dilden dinler. Dil varlığın evidir, oraya gider ve onu dinler. Heidegger’e göre şey, şeyler. Adlar fiile dönüştürülür. Ayşe Ayşelerse, Ayşe varlık olarak görünüyor, kendini gösteriyor demektir. Varlık Ayşe’de olup bitiyor demektir. Temele, alışılmış anlamıyla öze inanmaz Heidegger. Herşey sürekli oluşum halindedir, çünkü. Öz özler. Öz, hasret çeker, özlem duyar, öz olmaya. Hölderlin:

 

            “Zor bırakır

            Kaynağa yakın yer tutan, yerini” (13)

diyor. Unutulmuşa olan hasret giderilecektir. Kaynağımız, obamız, yurdumuz, sılamız elimizden alınmıştır. Ama, anan, anımsayan düşünce kaynağa bağlanacak, kaynaktan kopamayacaktır. 20. yüzyıl insanın varlığı, yurdunu unutmasının acı sonuçlarını yaşıyor. Teknoloji unutmuştur Varlığı, bilim unutmuştur. İz sürmeli, iz üstünde olmalıyız. (Auf-der, Spur-Sein) Sılaya dönmeliyiz yeniden, sılaya dönüşü (Heimkunft) gerçekleştirmeliyiz.

 

            Yine Hölderlin’den konuşuyor, Heidegger:

“Çok gecikiyoruz dostum, Tanrılar yaşıyor oysa,

Ötede tepemizde, büsbütün başka bir dünyada” (14)

 

Hiçlik bizi kaynağa itiyor, tepemizdeki anlamlara, Tanrılara. Tanrılar benimle olanaklı, ben onlarla. Yine Hölderlin’in Empodokles adlı oyunundan:

 

“… nedir ki

Tanrılar ve ruhları, onları bilinir

Kılmasaydım ben” (15)

Kaynağa, anlama, tanrılara, kutsal olan dille, şiirle ulaşılacaktır. Hölderlin konuşuyor:

“Gün ışıyor işte! Bekledim ve gördüm geldiğini

Ve gördüğüm bu, artık sözüm kutsal olsun” (16)

 

Şiir gelmiştir. Hiç hiçlemiş, şiir gelmiştir. Beklenmiş, beklemenin amansız sarsıntısı, belirsizliği, Angst’ı, dehşetli ıstırabı, sözü kutsal kılmıştır. Şiir vardır. Beklenmeyi, tahammülü bilene. Becerebilene. Tavşan kulağı olana değil, eşek kulağı, fil kulağı. Şiir kulağı olana. Yâni has (eigentlich) insana şiir gelmiştir. Her insan şiiri sahiplenecek, ona onunla varlığa sahip çıkacaktır.

Heidegger’in şiiri hasa insana. Dönüşmeden şiirleyemezsiniz dünyayı. Anlamak için anlayabilecek bir duruma gelmeniz, anlaşılabilecek olana dönüşmeniz gerek; şiiri duyabilmeniz için, şiirleyen bir kulak olmanız gerek. Has insan, varlığa apaçık olan, çıkarsız, saklamayan, saklanmayan. Sizi şiire götürecek yol, kendinizin bulacağı, kendinizin oluşturup yürüyeceği yoldur. Bu yol sizinle kaynaşmış, sizinle birleşmiş, siz olmuştur. Artık hesaplayan düşünmenin (Rechnendes Denken) dışında, köklerini yeryüzünün derinlerine geçirmiş, göğe yükselen, gökte çiçek açacak bir bitki gibi. Sakin, huzurlu (Varlığın huzurunda ya da varlık onun huzuruna varmış anlamlarında da) çevresine, çevresindeki şeylere karşı dingin (Gelassenheit zu Dingen), mucizeye, biraz sonra oluverecek olan, görünüverecek olan gizeme açık (offenheit für das Geheimnis) has insan. Bir sıfat bulalım ona: Şiir insan. Şipşiir insan. Şiir o’nadır. O, şiiredir. Şairedir, Paul Celan’a. ‘Gedicht’ (şiir), ‘Genicht’ olur onda, hiçleşir. Hiçleşme, hiçlik, zamanı olanca boyutlarıyla, özgürce yaşamaktır:

“Bir kez

İşittim onu,

orda yıkar temizlerdi dünyayı,

görülmeden gece boyu

gerçek

………….

Bir ve sonsuz

Hiçlendiler Benlendiler

…………

Işıktı. Kurtuluş.” (17)

 

Kimdir o dünyayı yuğup, temizlemeye çalışsan, geceleri? Has insan mı? (Orhan Veli’ninki göğü boyar!) Sonsuz var onda, bir ve sonsuz ‘hiçlendi’ler, beklendiler, gece yıkanınca, gün ışıdı, ışık göründü, ışık. Has insan kendini Varlığa katınca, sonsuza katınca, şu ya da bu olmadan “ben”in ötesinde, hiçe geçince göründü ışık. Celan umutlu:

 

“var

hâlâ söylenecek türküleri öte yerde

insanlığın.” (18)

 

‘Öte’ hep var, Ötede türküler var. Evrende yanıbaşımızda, komşuda, kapı komşumuzda. Yakınımızda. Dostlar uzağı yakın eder. Sartre’ın ‘bir cehennemdir’ dediği bir başkasının sesi, başkası ne cehennemdir ne de cennet.

 

“Dinle yanda cehennemi var güzel bir evrenin; kalk gidelim.” (19)

 

e.e. cummings buyuruyor, bir başka has insan, bir başka şair, bir başka çılgın, haydi cehenneme, komşuya, yanıbaşımızda durana, güzel bir evrene, hem cehenneme, hem cennete, hem insana, hadi! Şiir, kalkıp komşunun cennet-cehennemine gidivermedir. Dostun. Düşmanın. “Yazgımın konakladığı yerdir” (20) yanıbaşımda oturan.

Oturma, konaklama, yerleşme, ev yapma, mola verme, kök salmaya çalışma toprakta (Bodenstandigkeit); ‘autochthony’, sığınma, teslimiyet, tevekkül (Gelassenheit) ölümsüzlüğü anlama, gelip geçiciliği. Ötede söylenecek türküler var, yürüyelim arkadaşlar. ‘Öte’yi nasıl anlarsınız. Heidegger bu dünyayı anlıyordu, uzağı yakına (Nahe) getirmeyi. Yakın: Yakîn. Heideggerce oynayalım biraz. Yakın, sağlam bilgi, kat’i olarak bilme. Ayn-el-yakîn, kendi gözüyle görüp, mahiyetini bilme. Yakın, Varlıkla aramızdaki uzaklığın kapatılması, ‘yakîn’leştirilmesi. Bulunduğumuz yörenin (Gegend) yöreleştirilmesi, çünkü Varlık Heidegger’de görünür, kendini ortaya koyar, canlıdır, yaşar ve yerleşir, konaklar, yurt tutar. Hölderlin Andenken adlı şiirinde söylüyor:

“Kalan ne varsa, işte şairlerdendir.” (21)

 

Varlık şairin sözü üstüne kurulur. Varlığın kalıcılığı şairdendir. Uzağın yakın edilmesi ölçmeyle olur. Ölçme insandır. Ölçerek uzak yakın olur, yerle gök birleşir. Ölçerek benimsenir gök, içimize sindirilir. Şiirle oturur dünyada insan, şiirle yurt tutar. (22) Nedir şiir? İnsanın yurt tutabilmesinin temelde olanağıdır. (23)

“Şairane yurt tutar İnsan.” Hölderliin söylüyor yine. Kurt tutuyor şimdilerde insan, kurtlar sarmış heryanını. Durumu da şairane değil, belki. Ama bu sıkıntının da bir çözümü olmalıdır. Nerede dert varsa, birlikte derman da vardır. Patmos şiirinde yine Hölderlin:

“Tehlikenin olduğu yerde, büyür

Kurtarıcı da” *

diyor. Kurtarıcı gelecek dildeki, oturduğumuz yerdeki, yöremizdeki şiiri bulacaktır. Şiir sanatın özüdür. Dil aslında şiirdir. Yakalayabilen, yakaladığı ile dönüşebilir, işittiği sese uygun kulağı alabilen, sesi kulağa, kulağı sese dönüştüren, sesi duyacaktır. Şair duyacaktır. Şair, Varlığın unutulduğu dünyada yaşamayı, yurt tutmayı bilendir. Görevi uzletten vuslata gitmektir.

            Şairin görevi sılaya dönme (Heimkunft)dir.

            Varlık şiiri içinde, bütün varlıkları taşıyacaktır. Yurt tutan yurt tutma düşüncesini (Wohnens Denken) bilir. Yurt tutuşunda ölümlüler, Tanrılar, Yeryüzü ve Gökyüzü birliğini yaşayabilendir. Tanrılar Manevi dünyayı anlatıyor. Evrenin şairi bu dörtlü birliğe (Geviert) bağlıdır. Gök haddimizi bildirir bize, sınırlarımızı gösterir. Bu dörtlü çevreyi, çevreyle olan ilişkiyi belirler.

            “Dünyada şairane yurt tutan insan, yalnız ve yalnız o, dünyanın taşıdığı uçuruma aittir.” (24) Şairane yurt tutan insan, yerle göğün, ölümüyle inandığı ölümsüzler arasındaki birliği, etkileşmeyi sürekli fark edecektir. Dağlarca, daha Çocuk ve Allah döneminde bunu fark etmiş:

 

            “YERLE GÖK ARASINDA TÂLİH BERABERLİĞİ

 

            Kuşlar ki göklerden gelir bize,

            Ağaçlar ki, topraktan.

            Fakat nasıl bir aşinalık var,

            Kuşlar ağaçlara konduğu an.”

 

            Ağaca konan kuş, yerle göğün, ölümlüyle ölümsüzün birleştiricisidir. Mucize her zaman vardır. Bir ânda her şey olabilir. (25) Kuş ağaca konar, gök, yere değer. Dörtlü, bir oluşumu görünür kılar görünen göğe.

 

ŞİİR: VÜCÛD İKLİMİNİN SULTÂNISIN SEN!

            Buraya kadar, bu yazıdan bir mâna çıkartmaya çalışan sabırlı okuyucunun hayâl kırıklığına katkıda bulunmak isterim. Heidegger nerede? Hani onun felsefesindeki görüşlerinin tartışılması? Şiir felsefe bağının ciddî ciddî tartışılması nerede? Burada. Nerede olsun? Heidegger’den hiç kitap adı anılmayışına dikkat edildin. Şiire dayalı bir yazıda Heidegger’in şiirlerine de açık olunabilirdi. Ama onların şiirliğini etkili bulamadım.

            Şiir bir kültürün anlaşılması, sesinin dinlenilmesi için kaçınılmaz bir insan ürünü. İnsanın Varlığa tanıklığını nasıl yaptığını onunla da görüyoruz. Bir kültür Varlığa nasıl şahadet etmiştir? Düşünceye taban oluşturan birikim oradan gelir. Platon istediği kadar şairleri dışlasın: Onlar olmasa felsefe olamazdı. Gerçekliğin resmi çizilemez, tasarımı yapılamaz, öyküsü anlatılamazdı. Şiirde dil var, dilde şiir. Şiirde Varlık. Evren ve insan ve insanın evrende kucaklaşması. Hacı Arif Bey’in Nihavent şarkısından dendiği gibi:

 

“Vücûd ikliminin sultanısın sen

Efendim derdimin dermanısın sen

Bu cismi nâ-tüvânın canısın sen

Efendim derdimin dermanısın sen.”

 

Varlığın iklim olarak göründüğü, Varlığın yaşadığımız yörede kendini gösterdiği şiir, dilimiz, bizim ürünümüz değil. Dili insan yaratmadı, Varlığı da. Varlık şiirle, dille, aslında şiir olan dille duyurdu kendini bize. Bilime, düşünceye, teknolojiye imkân sağladı. Şiir yalnız felsefî düşüncenin doğması için bir birikim değil; felsefî düşüncenin, bilimsel düşüncenin sürekli olarak içinde. Zaman zaman duyulabiliyor. Zaman zaman dile oynayan, dili oynayan hafif meşrep şairlerce harcanıp gidiyor. Dil hep vardı. Rilke’yi dinleyelim:

“Balıklar dilsizdir denmiştir bir kez. Kim bilir?

Ama bulunmaz mı eninde sonunda bir yerde

Balıkların konuşmadığı bir balık dili?” (26)

Balıkların konuşmadığı bir balık dili var mıdır? Belki Hz. Süleyman’ın konuştuğu? Dil varsa varlık da vardır.

Stefan George, ‘Das Wort’unda şöyle diyor:

 

“Acıyla öğreniyorum vazgeçmeyi

Olamaz hiçbirşey eksik bırakırsak kelimeyi!?”

 

Kelimesiz çıkamaz ortaya gerçeklik, kelimesiz, kelime ötesi arayıştan vazgeçmek gerekir. Şiir sultandır; varlığın sesidir, ama derdimizin dermanı mıdır? Belki arayan şairlerin. Şairlerin bir bölüğünün. Şair güçsüz (nâtüvân)dür; candır şiir, şaire can verecektir. Hölderlin’i dinleyelim:

 

“Her zaman bekliyoruz, ne yapacağız, ne söyleyeceğiz

Bilimiyorum, ne içindir şairler ıpıssız bırakılmış zamanda?

Ama, diyorsun, onlar; Şarap Tanrısının rahipleri gibidirler,

Bir yerden bir yere dolanan, kutsal gecede.” (28)

 

Ne içindir şairler? Şu zamanda, şu ıpıssız kalmış zamanda? Cism-i nâtüvân’ın, çağımız insanının, şairin canı nerededir? Şairane yurt tutmada şairler nerededir? Zaman ıpıssızdır: Gökle yerin, manevî olanla, hiç ölmeyecek olanla ölecek olanın birliğini, ilişkisini göremeyenlerin varlığı yüzünden tenhâdır çağ. Çağ şiirsizdir, çağ şiir tutmuyor.

Nedendir? Söyleyip durdum bu yazıda, Heidegger’in ağzından biraz da, ama okur kendi bulmalı şiirsizliğin nedenini. Şiirsizliği göremeyen kültür dirilemez. Şiirini yaratamayan, şiirini şiirleyemeyen kültür.

Şiir dünyadan çekildi. Avrupa’dan. Has insan ‘benliği’ kalmadı da ondan. Has insan kimliği.

Rimbaud “On me pense” diyordu; düşünülüyorum, yani ben düşünmüyorum, birisi içinde düşünüyor; içimdeki bir kişi düşünüyor. “Je est un antre” diyordu; “ben başkasıyım.” Heidegger’in şiiri buradan çıkmaz. Burada biter. Elbet ‘ben’ eriyecektir varlıkta, ama ‘başkası’ olmak, ‘hastalığı’ (eigentlichkeit) öldürür. Hiçleşir insan, hiçleşir olumsuz anlamda.

Tristan Corbiere: “Oh! Comme il etatit Rien!...” diyor. “O, ne hiçtir o!” diye dönüştürebiliriz dilimize. Ne hiçler çıkardı insan, şiiri unutunca içler, içlerimiz hiçlendi. T.S. Eliot’nun dilinden:

 

“Kurtuldum kendimi biri sanan kendimden

Bir de hiç kimse olsam, başlayacağım yaşamaya” (29)

 

            Burada hiç kimse olmak, ya da olmamak tümüyle bir intiharın, yok olmanın, Angst’sız bir dönüşümün, has insanlığa boşvermiş bir gidişin göstergesidir. Çünkü bu çağ insanı kendini saklamasa da güneşin alnında çırılçıplak yatsa da içinde şiir kaygısını taşımaz, keyif kaygısının etkisiyle:

 

 

“Çıplak, güneşte, yatağımda ışığa boğulup

Çıplak, yalnız, çılgın

Ben!” (30)

 

Valery’nin çılgınlığını, keyifli bir çılgınlık, belki güneşli bir Paris öğlesinde terasta çırılçıplak uzanıvermenin çılgınlığıdır, Nietzsche’nin acı dolu çılgınlığı değildir.

Artık Heidegger’in aradığı, yakınlık, dostluk erişilmesi zor uzaklık olmuştur. Johannes Bubrowski’nin kaleminden:

 

“Bezgin bir ağızdan

Yollanmış

Dil

Komşunun evine giden

Bitimsiz yolda” (31)

 

Komşuya ulaşmak, komşuya sesimizi duyurmak, komşuyla şiirleşmek olanağı kalmamıştır.

‘Ben’ yok olmuş, maskeler kuşanılmış, yakınlar ırak olmuş, sıla gurbete dönüşmüş, zaman ıpıssız kalakalmıştır. Şairler, onlar da yok olmuşlardır. Gökten haber taşımamaktadırlar artık:

 

“Yazdıklarını okuyanlar

Duyamaz iki acıyı

Şair tek bir acı yaşar

Çarpıtıp uydurduklarını” (32)

 

Portekizli Şair Fernando Pessoa (1888-1935)’nın sözleri bunlar. Şaire güveni kalmayan, dört ayrı adla şiir yazan Şairin.

“Bilmiyorum. Bana göre düşünmek demek gözlerini kapamak

Ve hiç düşünmemek…” (33)

Pessoa’ya göre düşünmek, gözlerini kapayıp hiç düşünmemek! Heidegger’in şiirleyen düşüncesi, bir anlamıyla düşünen şiiri yok edilmiştir. Şairler yalancı, düşünmek düşünmemektir. Zaman tenhâ, zaman ıssız, zaman şiirsizdir.

Şair yurt tutmamıştır ki, insanlar şairane yurt tutsun dünyada. “Şarap tanrısının rahipleri gibi” mi dolanmaktadırlar? Yurtları kalmamıştır, dünyada bir ‘el’dir onlara, yabancıdır. Paul Celan Heidegger’in dörtlüsüyle dalga geçer burada, insanı mise en abîme’de uçurumda görmektedir. “Kafasının üstünde yürüyenler için, beyler, bayanlar, kafasının üstünde yürüyenin, gökyüzü altında bir uçurum gibi durur” Göğü yer (uçurum), başı ayak yapabilir. Uçuruma çıkabilir (düşebilir). Uçurum yabancısı değildir Heidegger’in oysa, ‘Schöpfen’ Almanca’da yaratmak, aynı zamanda da ‘kuyudan çekmek’ demek. Varlığın kuyusundan ışığa çıkmak demek. Çağın şairi çılgın. Kuyuya dikebilir başını, göğü ayakları altına alabilir.

Şiirden umanlar: Felsefeyi, yaşamayı, kültürü, kurtuluşu. Şiirin kulağı olmuştur. Şair yazacak yazacak tüketinceye dek deneyecektir dili. Paul Celan’a göre soluk değişikliği (Atemwende) dilin yoğurulması, dil aracılığıyla karşılıklı konuşma (Gesprach) kaldı elimizde. Kutuplar olmayacaktır, artık. Söz kutupları aşacaktır.

“iki kutupta da

Uçurum çiçeği, okunaklı:

Senin kanı helâl sözün:

Kuzey hakiki. Güney parlak.” (24)

 

Söz bağlayacaktır. Şiir toplayacak. Şiir varlığı toplar, etkili kılar, kutupları dolaştırır. ‘İki kapılı bir handa’ açacaktır uçurum çiçeği. Uçurum çiçeğidir sözler, uçurumları birleştirir. Kuzey hakikat arar, Güney aydınlık. Tersi doğru: Güney hakikati arıyor, Kuzey aydınlığı.

Hiç kimse gülü (Die Niemands rose) açacaktır. Eliot’nun “hiç kimse’si değil, Rimbaud’nun Valery’nin “ben”i değil. Kimsenin mülkü olmayan gül, has insanın gülü. Has adamın.

“Onunla

dolan meridyenleri:

… bir seven

uzaklığın

öğle vakti sözlerine göre

Ülkeleri kardeş kılan güneşin çekip çevirdiği

acısını soğurmuş

meridyenlere eriş…” (35)

 

Şiir zıtlıkları kaldırır, dolanır dünyayı bir meridyen gibi, ‘seven bir uzaklık’tır, kokuşturmayan, kokuşmayan, kokmayan uzaklık, apaçık uzaklık. Öğle vakti sözleriyle, en aydınlık sözlerle kardeşliğe çağrılar gönderen acılı meridyeni, sözü, şiiri dolaşacaktır ıpıssız zamanın şairleri.

               ŞİİR DİVANINDA ŞİİRDEN SORACAKLAR SANA

            Elbette Hacı Arif Bey sevdiğine sesleniyordu, “vücûd ikliminin sultanısın” derken. Biz şiire seslenebiliriz. Kendi dilimizden: Mefâîlün mefâîlün feûlün. Şiirin kültürü oluşturmada müthiş bir olanağı var. Heidegger sonunda şiire geldi ve durak aradı. Biz Heidegger’in Varlıkla söyleştiği dili okuduk. Okuttuk. Anladık ki o şiiri şiirlerken, Almanlıyor da. Herkes kendi yöresinde yurt tutar. Kendini mekanını yöreleştirir. Kendi dilini dillendirir. Varlığın sesini duymak, bir sedâ olmakla olanaklıdır, varlığa ses vermekle. Yurt tutmak göçerliği iyi bilmekle olur. Meridyen yabancımız olmamalı. Şiiri bulan meridyeni bulmuştur, kutupları aşmıştır, uçurumları. Burada şiir, elbette abartılmış, elbette kültürlenmiş, elbette Heidegger’in bakışından geçmiş şiirdir. Kültür prizmasından geçiştir. Kutsal prizmadan, şairden. Şair şiiri yitirmiştir. Şairi şiirlemeli, önce şair kendini şiirleyebilmeli.

            Söz ıssız kalmış; Varlıkla olan bağını koparmıştır. Yeni okuma biçimlerine gereksinimiz var. Yeni yorumlara. Müziği dinledik. Heidegger ve şürekası çaldılar. Şiir kaçkınları çaldı. Bizden de birkaç kişi.

            Derrida çaldı müziğini Heidegger’in. Onunla dalga geçip çaldı. Dedi ki: Ne abartıyorsa gün gelir unutulur. Unutulan ne varsa abartılır. Önem sırası tarih boyunca gider gelir, tepetaklak olur, Söz abartılır. Yazı unutulur. Yazı abartılır, söz unutulur. İnsan düşüncesinde inişler çıkışlar vardır. Biz nasıl yaşayacağız ona bakalım.

            Şiirin tehlikesi var. Kolay söz değil. Ucuz vaazların, kolay manzumelerin, uyaklı, ayartıcı, etkileyici kör sözün şiir olduğunu sanmak yanılgıdır. Bize Varlığı tanıştıracak, kendisiyle, gökle, yerle, ölümle, ölümsüzlükle konuşacak şair gerek.

            Şiir ihtimamdır, kol kanat germedir dünyaya, cümle mahlukata, varlığa: “Die Acht ist die Wacht” demiş üstat. Düşünme şiir yüklüyse, ‘içimize sindirme’dir düşündüğümüzü. Kaygımız endişemiz şiirlenenedir. Heidegger’in ahlaksal endişelerinin görünür olmadığı söylenir. Nazilik suçlamaları çerçevesinde suskunluğunu anlamak mümkün. Şiirleme edeb işidir onda. Şair, ‘müeddep’tir.

            Şiir sahip çıkmadır. Üstlenmedir. Bu şiirin olanı olduğu gibi kabulü anlamına gelmiyor. Şiir savaşır, kafa tutar. Dünyayı kollamak kavgasız olur mu?

            Anaç tavuk gibi, babacan muhtarlar, yatılı okul müdürleri gibi değil, basmakalıp anlamıyla. Sahip çıkmak, mülklenmek, ‘kazık çakmak’ demek değil. Göğün altında, ayağımız toprakta gidicileriz. Şiir çâresiz çâremiz olabilir.

            Şair arkadaşlar kızmasın. Ben kim oluyorum ki? Heidegger kim oluyor ki? Yoğurt yiğitlere bırakılmıştır.

            Bizim şairimiz de şiirlemiştir. Yeni bir gözle okunmalı. Şiirimiz sınıfta kalmamıştır belki. Ama kaça geçmiştir, hangi okulu, okulları okumaktadır?

            Bizim şairimiz de şiirlemiştir. Yeni bir gözle okunmalı. Şiirimiz sınıfta kalmamıştır belki. Ama kaça geçmiştir, hangi okulu, okulları okumaktadır?

            Yarın şiirin divanında doğru söyleyeceğiz, bize soracaklar. Şiirden soracaklar. Her dil, her kültür şiiri kadar konuşacak.

            Hazır mıyız?

                                                                      

 

 

 

 

 

 

Notlar:

* Ma’nâ şairin karnındadır.

(1). Bu sözcüğün İngilizceye “to seek out” olarak çevrildiğini gördüm. Çok kuru bir karşılık! (Golden Lyre, s. 270, D.A. Campbell, Duckworth Ltd., London, 1983) Oysa, fiiline bağlanabilen bu söz, Sanskritçe ‘ma’ köküyle ilgili. Manevi açıdan uyarılmış olmak (geistig erregt sein) olarak Almancaya aktarılabiliyor. (Langenscheidts Gross Wörrterbuch, Griechish- Deutsch, H. Menge, Langenscheidt, Berlin, 1970, s. 435) Benim ‘gönül’ anlayışıma göre, gönlün en halis etkinliklerinden biridir. Aşkla gezdirmektir gönülü: Gerçeği alevine tutmaktır. Aşk dolu gönülle keşfe çıkmaktır.

 

(2). a Mousa gar uk aporôs gevey to paron/ monon all’ eperkhetaı/ panta theri zomena.

(3). “agi dê khelu dia moy lege/ fônaessa de gineo”

(4). “elpis en anthrôpois mounê theos esthlê enetsin.”

(5). ‘Farmakon’ kavramıyla ilgili Derrida’nın ilginç gözlemleri için: Dissemination’da ‘La Pharmacie de Platon’ adlı makaleye bakılabilir, Editions du Sevil, Paris, 1972.

(6). “Je suis ivre d’avoir bu tout L’univers”

(7). “Es ist die seele ein Fremdes auf Erden”

(8). “Der sanfte Gesang des Bruders am Abendhügel”

(9). “dass ich verbannt sei/ von aller Wahrheit!.../ Nur Narr! Nur Dicther!.../ Sind des Dichters Sehnsüchte, sind deine Sehnsünchte unter tausend Laruen,/ du Narr! du Dichter!...”

(10). “Was aber schön ist, seling scheint es in ihm Selbst”

(11). “Was steht es mit dem Sein?”

(12). “Das Denken lâsst des Sein”

(13). “Schwer verlast/ Was nahe dem Ursprung Wohnet den Ort.”

(14). “Aber Freund! Wir kommen zu spat, zwar leben die Götter/ Aber überdem Haupt drüben in anderer Welt.”

(15). “… was sind/ Die Götter und ihr Geist, wenn ich sie nicht verkundige”

(16). “Jetzt aber tagts! Ich hart und sah es kommen, / Und was leh sah, des heilige sei mein Wort.”

(17). “Einmal/ da hörte ich ihn, / da wush er die Welt, ungesehn, nachtlang,/ wirklich. Eins und Unendlich/ Vernichtet/ ichten… Licht war. Rettung.”

(18). “es sind/ nach lieder Singen Jenseits / der Menschen.” Şiirler Paul Celan’ın Atemwende (Soluk dönüşümü!), Suhrkamp Verlag, Frankfurt, 1967.

(19). “Listen there’s a hell of a good universe next door; let’s go”e.e. cummings, 1x1, New York, Holt, 1944, s. 14.

(20). “ist eine Weile des Schicksaal”, Hölderlin, ‘Der Rhein’ şiirinden.

(21). “Was bleibet aber, stiften die Dicthter”

(22). “… dichterisch wohnet der Mensch”

(23). “Das Grundvermögen der Menschlichen Wohnen.”

* Wo aber Gefahr ist, wächst/ Das Rettende auch.

(24). Der Mensch der “dichterish wohnet auf der Erde” er und er allein ist auch dem Abgrund, den Erde trâgt, zugehörig.

(25). Heidegger’in arkadaşı ve eleştirmeni Karl Jaspers öyle diyor: “… ein Augenblick kann alles sein.” Bir ân her şey olabilir! Einführung in die Philosophie, R. Piper Co. Verlag, München, 1958, s. 139.

(26). “Fische sind stumm… meinte man einmal. Wer weiss? Aber ist nicht am Ende ein Ört, wo man das, was der Fische Sprache ware, ohne sie Spricht?”

(27). “So lernt ich traurig den Verzicht/ Kein ding sei wo das Wort gebricht.”

(28). “So zu haren, und was zu tun indes und zu sagen, /weiss ich nicht, und wo zu Dichter in dürftiger Zeit? Aber sie sind, sagt du, wie deş weingotts heilige Priester, / Welche von Lande zu Land zogen in heiliger Nacht.”

(29). “I’ve been freed from the self that peretends to be someone/ And in becoming no one, I begin to live”

(30). “Nu au soleil sur mon lit tout ilmunié / Nu, seul, fou / moi!” şiir Paul Valery’nin.

(31). “Sprache/ abgehetzt/ mit dem müden Mund/ auf dem endlosen Weg / zum Hause deş Nachbarn.”

(32).“E os que lêem o que escreve / Na do lida sentem bem, / Naa as duas quale ele teve/ Mas so que eles nao têm.”

(33). “Nao sei. Para mim pensor nissoe fecher os olhos/ E nao pensor…”

(34). “An beiden Polen/ der Kluftrose, lesbar: / dein geâchtetes Wort./ Nordwahr. Südhell.”

(35). “Mit ihm/ wandern die Meridiane:/an-/ gesogen von seinem/ sonnengesteurten Schmerz, der die Lander Verbrüdert nach dem Mittagsprâch einer/ liebenden Ferne…”

 

                Paul Celan ve burada Heidegger çizgisinde ‘tartışan’ öbür şairler için Heidegger and Poets, V.M. Foti, Humanities Pres, London, 1992, bkz, ve The Truth of Poetry, M. Hamnurger, Methuen, 1982.

29 Ocak 2020, 12:59 | 1916 Kez Görüntülendi.

Yazı Detay Reklam Alanı 728x90

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*