BİR KARŞILAŞMA
BİR KARŞILAŞMA
-“Geceler küçük bahçede..”
-Tanpınar mı? “Ne güzel geçti bütün yaz/Geceler küçük bahçede”…
-Karşılaştın işte, Tanpınar’dan gelen sesle.
-Sen karşımdayken, karşılaşma gözümü açtım, ruhumun kapı ve pencerelerini, beni ve gerçeği gizleyen perdelerini, karşılasın beni hayat, ben hayatı karşılayayım…
-Şemsettin rakıyı biraz fazla kaçırdın galiba! Sen ancak o zaman açıyorsun karşılaşma antenlerini. Bunun için sen dostumsun. Onun için çağırdım seni, dedemden kalan Boğazdaki yalıma. Oturduk, güneş batıyor, vapurlar, motorlar, martılar geçiyor önümüzden, üstümüze şiir yağıyor: Sen Şemsettin, ben Tunay, şu ânın memelerinden emiyoruz. Karşılaşıyoruz, ne güzel söylüyoruz, sözümüz zenginleşerek, ötekileşerek dönüyor kulağımıza. Ben şanslı bir Tunay’ım. Seni bilmem. Udunu da almış gelmişsin.
-Bu barbunyayı sen mi pişirdin?
-Yahu, Şemsi, içine ediyorsun yaşadığımız şiirin. Bütün bu söylediklerim barbunyaya mı gitti?
-Tunay, dostum, adının anlamı, sessizlik, gece aydınlığı, benim ki dinin güneşi. Sen hep gece aydınlığında, huzur içinde kalmak istiyorsun. Bense şeytanım. Şiir bozanım. Doğrusu senin şiir dediğini bozanım. Bozulmamış şiir, şiir değildir. Salya sümüklüğün lüzumu yok!
-Kızmıyorum Şemsi. Biliyorsun ben yurt dışında iletişim üstüne doktora yaptım. Oralarda yıllarca dersler verdim. Kendime özgü kuramlar geliştirdim. Dedem bu yalıyı bana bırakınca, koptum oralardan, buralara düştüm. Yaşadıklarıma bakınca şunu görüyorum, salatadan alsana hadi, kendi ellerimle yaptım, aşçı kadın bile parmaklarını yedi; evet, ne diyordum, yaşamda bir yankı düzeni var. Kimsen evrene yansıtıyorsun, garip dönüşümlerle geri geliyor. İletilerin gidiyor, dönüşümlerle geri geliyor.
-Bak kardeşim, bu rakıyı nereden buldun yahu, müthiş, ince, sert; bak, o kadar okudun falan da ninem gibi konuşuyorsun. Bırak bu evrenin bir ayna olduğu sığlığını. Bu ucuz yaşam koçlarının uzak doğu bilgelerinin sözlerini anlamadan sıktığı palavralar. Hayata güzel bakarsan, o da sana güzel bakarmış. İnternet de, kitapçılar da bunlarla dolu.
-Demek ki hayata güzel bakmadığın için, hayat sana öfkeli dönüyor.
-Beni sıkıştıramazsın, iletişim uzmanı. Hayat denen o soyut kavramla nasıl iletişim kurulabilir? Kavramlarla iletişim kurulabilir mi? Hani hayvanları, bir ölçüde bitkileri falan anlarım ama kavramları anlayamam. Onlardan sana bir ileti gelebilir mi? Kendin söyler, kendin dinlersin.
-Şuradan başlayalım. Karşılaşacağız değil mi, açıp kapılarını, pencerelerini, beni can kulağıyla dinleyeceksin değil mi? Beni dinlerken, dinleme duruşunla sende “varlığını, onayladığım için sözlerini iç dünyama alıyorum” tavrını görüyorum. Sen çok güzel bir dinleyensin. Sana güveniyor ve iletilerimi yolluyorum. Dinle.
-Bak şu kotrayı görüyor musun, ne kadar da hızlı, kaç beygirlik motoru var acaba?
-Şemsi, bırak bu taktikleri, pekâlâ merak ediyorsun anlatacaklarımı.
-Şuradan paçanga böreğini uzatsana, çok lezzetli olmuş.
-Sana kavramlar uzatsam yer misin? Şiir uzatsam?
-Anlat dinliyorum, uzman. İstersen udumu alayım da sana bir hicaz taksim geçeyim. Fonda örneğin Refik Fersan’ın hicaz saz semaisi olsa. Ben çalsam, sen anlatsan. Söyle, ey uzman ben çalarken içimin kapı ve pencerelerini açarak seni dinleyebilir miyim? Yoksa dinleme tavrı diye bir tavır var mıdır? Hiçbir şey yapmadan, gözlerinin içine bakarak.
-Demek sen beni hicaz saz semai ile dinlemek istiyorsun, öylemi? Neden dikkat kesilip, kendini vererek dinlemek istemiyorsun?
-Boğazdayız. Dibimize vuran dalgalar, denizin kokusu… Şevki Bey buralarda yaşadı, genç yaşta ölüverdi. Ben hiç kimseyi içindeki musikiyi dinlemeden dinleyemem. Mühendisim biliyorsun, en zor dersleri de öyle dinlerdim ben Teknik Üniversite’de, Türevlerime, integrallerime, diferansiyel denklemlerime hep notalar konardı.
-Onun için on yılda bitirdin Teknik Üniversite’yi.
-Öyle değil be kuzum. Biliyorsun, sırılsıklam âşık oldum, ud hocamdı, evliydi, yaşı benden epey büyük, çoluk çocuk sahibi, güzel ruhlu, güzel sesli bir kadın. Çok acı çektim. Demek ki hayat beni o kadınla karşıladı. Tam birlikteliğimiz yoluna girmişti ki ölüverdi.
-Yaralarını deşmek istemem. Biliyorum öykünü. Ama direndin, yıkılmadın.
-İçimdeki müzik, Tunay. Müzik bana elini uzattı. İçimde duyduğum müziğimi insanlara yansıttım. İşime yansıttım. Şimdi yalnızım, başarılıymışım öyle diyorlar, işimde. İnsanlar seviyor beni. Her insanın müziğini duymaya çalışıyorum. Duyabildikçe çok mutlu oluyorum.
-Müziğinle iletişimin var mı?
-Elbette, neden sordun ki?
-Hani, kavramlarla nasıl iletişim kuruyorsun diye sormuştun ya?
-Kavram ayrı, müzik ayrı Tunay Bey.
-Kavram ölü, müzik yaşıyor demek istiyorsun.
-Onun gibi bir şey.
-Sen inşaat mühendisi olarak statik hesaplar yaparken formüller kullanıyorsun, o formüller soyut değil mi?
-İşe yarayan araçlar onlar.
-Kavramlar da öyle değil mi? Şemsi, al udunu eline hadi, Refik Fersan üstadı sevgiyle analım. Dinle beni, Kavramların bir müziği vardır. “Hayat”, bir sözcük, bir kavram. Ama onda yılların yaşantıları var. Kavramlarla yaşantıları açıyorsun. Onlar sana bakıyor, sen onlara bakıyorsun. Düşünüyor yorumluyorsun. Onların sana neler fısıldadığını anlamaya çalışıyor, yorumluyorsun. Onlara öyle yaklaşıyorsun ki, o yaşanmışlıklar kendilerini açıyorlar sana. Dinliyorsun onları. Eğip bükmeden. Kendilerini açmalarını bekliyorsun. Elbette burada metaforlar kullanıyorum. Dar kafalı bir mühendis kulağıyla beni dinlemediğini biliyorum.
-Bak en güzel yerinde, teslime geçiyordum ki, kesmek zorunda kaldım. Bana dar kafalı diyerek dar kafalı olma. Hadi, yeniden.
-Sana demedim ki! Kavramlarda hayat var. Onlar yaşıyorlar. Yaşadıkları için onlarla iletişime geçilebilir. Düşünmek, düşüncelerle iletişime geçmektir.
-Durayım burada. Cevap vermek farz oldu. Sana çetin bir soru: İçindekilerle iletişime geçebiliyor musun? Gölgelerinle?
-Jung’u mu kastediyorsun?
-Evet, ona yakın bir şeyi.
-Elbette. İçimizdeki benlerle iletişiriz. Bu benlerin birbirleriyle iletişimi çok önemli. Senin içindeki müzik, varlık bütünlüğünü bozan olumsuz iç sesleri bastırmış.
-Çok acı çektim, Tunay. İçimdeki gürültü, nice aykırı ses benim dirliğimi yerle bir etti. Müziğimle iletişime geçtim. Önce içimdeki gürültüleri tanımaya çalıştım. Sen de sağ olasın bana çok yardımcı oldun. Günlerce konuştuk seninle. İçimdeki yıkıcı benleri bulup çıkarmak, onlarla iletişim kurmak için. Senin o kitabın, hani o Türkçeye çevrilmeyeni, içimdeki “benlerimi” tanımada bana çok yardımcı oldu. Şimdi arada sırada gürültü yapıp canımı sıkmıyor değiller tabiî. Dostlarımın içime yolladıkları müzikle iç müziğim bir araya gelince yeniden kendime geliyorum.
-Ben de yaralıyım, Şemsi. Galiba, insan yaralı. Önemli olan yaralarımızla karşılaşıp onlarla konuşmak. Elbette içimizin müziği var ama gürültüsü de var. İçimizle yaşamak böyle bir şey. Ne diyor Yûnus:
Dışım biliş içim yâd dilim hoş gönlüm mürted
Yavuz işe iyi ad böyle fitne kanda var
“Dışım tanıdık, içim yabancı, hoş konuşuyorum ama gönlüm yolundan çıkmış, yaptığımız kötü işlere iyi ad vermek, bir kargaşa, bir fitne oluşturuyor” diyor. Oysa içim biliş (tanıdık, yakın) olursa dışım da büyük olasılıkla “yâd” (yabancı) olmaz.
-Tunay kardeşim, özür dilerim katıla katıla ağlamak istiyorum. Sonra sana yine Refik Fersan’dan bu kez onun rast peşrevini çalarım.