BİR MÜBAREK

BİR MÜBAREK

BİR MÜBAREK

      

          Mahmud, Sevgili Dostum,

          O günlerdeydi işte; bahar bitmek üzereydi. Karımın komşulara benim için “bu adamın sessiz göründüğüne bakmayın, o edepsizdir” dediği akşamlardan birinde. Neden edepsiz olduğumu düşünürken, kapı çalınmıştı. Açmıştım: Oydu. O, mübârek! Solgundu! “Koçum, benim, çâk!” Çaktı. “N’aber moruk!” dedi, gülümseyerek. “Moruk, gözlerinden öper” dedim. “Ne içersin? Konyak?”  “Kahve, yeter!” dedi.

          Kahvesini içerken dikkat ettim gözlerine: Bu dünyadan değildi! Çok, çok uzaklardan gelmiş gibiydi. (Mübarekler öyledir: Uzak denizlerin kokularıyla alır götürürler bizi. Onlar sayesinde anlarız: Dünya tek değildir. Denizler bu bildik dünyanın denizleri kadar değildir.) Nice dip denizlerin akıntılarında çırpınmış, sarp dağ yamaçlarından yuvarlanmış, çöllerinde günlerce güneş altında yürümüşçesine, yorgun ama çakmak çakmak çakan gözlerinde uğultulu sessizliğin dinginliği vardı. Mübareği yeniden anımsadım. Neden ona mübarek dediğimi.

          Mübareği vuslatından tanırım. Ona kavuşmak, yıllar süren yoğun harp günlerinin ardından cepheden dönen bir askeri karşılamak gibidir. Bir hapishanede müebbede mahkûm birini aftan yararlanarak tahliye olduğunda kucaklamak gibi. Yoğun bakımda komadan çıkmış dostun elini tutmak gibi. Birden kaybolur. Bulamazsınız. Ne zaman kapınızı çalacağını, arayacağını bilemezsiniz. Çıkar gelir. Nereden? Anlayamazsınız. Sabah uyanırsınız, gidivermiş. Yorumlayamazsınız. Mübareğin bir özelliği de o,yoruma gelemez. Onu sindiremezsiniz. Yutamazsınız. Egemenlik altına alamazsınız.

             O hep ayrıdır. Seversiniz. Sizi bağlayan bağın bir yanında o, öte yanında siz kalırsınız. Gün gelir, sevgiliniz olup, koynunuza girse bile, bedeninde onu ne kadar ararsanız bulamazsın.  O mübarektir, ötede durandır. Değip de değemediğiniz, öpüp de öpemediğiniz, bulup da yitirdiğinizdir.

           İşte, sevgili Mahmud, o vuslat akşamıydı. Seninle o aralar şiirleşiyorduk. Vahlaşıyorduk. Nicedir dergi ve kitap okumuyorum, şiirler içeren. Şiir kurumuş. Şiire kavuşup kavuşamayacağımı düşünürken gelivermişti.

           Mübareğin bir özelliği de şudur: Geyik muhabbeti yapamazsınız onunla. Havadan sudan konuşamazsınız. Sizi kendi dünyanıza iterek, dünyasına çeker. Dünyalarına. İrkilirsiniz. Ondan hesap soramazsınız. “Neredeydin?” “Neden beni aramadın?” Sorsanız belki yanıtı: “Buradaydım, o nedenle aramama gerek yoktu” olurdu.

           Yazmasalar, üretmeseler de sanatı yaşarlar. Düşünceleri. Kitapları. Kuramları. Tutkuları. Anıları. Mübarekler uçsuz bucaksız insan evreninin konar-göçerleridir. Dur otur bilmezler. Onları herhangi bir düşüncede, duyguda alıkoyamazsınız. Biri, mübareklerden “arar-göçer” bir sevgili için şunu demiştir: “Dokunmayın, mübareğe!” Mübareğe isteseniz de dokunamazsınız. Teninin altında olduğunu kimse görmemiştir. (Behçet Necatigil Hoca belki bir mübarekti. Kafka. Yunus. Asaf Halet mübareğin dünyasını sezmişti. Ama o kadar. Adı duyulmamış mübarek sayım daha fazla. Mübarek adını vermeyendir.)

           Mübarek kırılandır. Burukluğu olan. Giderken, ister istemez yolu dünyaya düşmüş biridir. O nedenle gidecektir. “Oraya.” “Sonraya.” “Daha”ya.

         Mahmudcuğum, sen anlarsın, mübâreklerden kim bilir kaçı kapını çalmıştır senin? Çalmadı mı yoksa? Yoksa mübârek yok mu? Mübârek var. Mübârek’e izin yok. Yer yok. Kendine yer açmak için “marjinal entelliği” seçmemiştir. İğrenç çıkar ilişkilerinin, yaz dostluklarının, kırıcı içki sofralarının, bencilliklerin insanı olmamıştır. Sömürmeye çalışan sömürmüştür. Parasını alan, onu cinsel nesne olarak kullanan, ürünlerinden kopya çeken, yapıtlarını çalanlar olmuştur. Mübârek, kirli bir palto, yırtık ayakkabılar, leş kokulu saç ve sakalla hiç dolaşmamıştır. Temizdir. Fark edilmez. Dilenmemiştir. Susar, işe girer, düz insan olur. Kendi dünyalarını yaşamak, sevdiği birkaç kişiye yaşatmak için bedenini korumak, beslemek zorundadır. Bunu sıradanlığın Truva Atına binerek yapar. Tanıyabilecek olana açar kendini. Reklâm yapmaz.

           Nerede kalmıştım? Mübarek içeri girmiş, kahvesini içiyordu. Olağan ki öykü burada bitiyor: Kahvesini içti ve gitti. Yarım saat mi konuştuk hatırlamıyorum. “Şiiri arıyordum, sen geldin, hoş geldin!” dedim. “Şiiri arama” dedi. “Tek başına şiir yoksulluktur.” Tartıştık. “Kutsallık yitmiştir” dedi. “İdeolojiler ve dinler kutsala yabancılaşmıştır. Dünya giderek kutsallıklara kapanmaya başlamıştır. Tapınaklara koşuşan insanlar, yalnızlık ve bakıma muhtaç oluşlarının telaşı içinde, korku ve kaygı dolu dünyevîlikleri içinde, bu dünyaya yenik düşmüşlerdir. Şiir dünyevîlikten kurtulma hamlelerinden yalnızca biridir. Yetmez. Yalnızca hamledir. Dünyayı aşabilen şiir yazabilmenin güvencesi yoktur. Şiir insanla, hayatla, düşünce ve duyguyla birleşmiştir. Ham halat kalıp, sözcük oyunlarıyla yazdığınız şiir, kağıtlardan fırlayamaz. Kağıtlardan fırlayacak şiir, bu dünyadan fırlayacak şairi bekler. Bu dünyadan öte dünyalara. Sayısız, sonsuz dünyaya. İçinde sonsuzluğu bulamamıştan, insan olamaz. İşte kahvem bitti. Gurbete yol göründü. Dağa asansörle, teleferikle... çıkma. Dağa çıplak ayakla çık.”

           Bana öte dünyalardaki yolculuğunu anlattı. Kısa. Giderken yoğun bir dalgınlık içindeydi.

            Aslında Mahmudcuğum, o mübarek üç adım ötedeki evine gitti. Ertesi gün de işine. Karısı gömleğini yıkadı, ütüledi. Patronu iş verdi. Yaptı verilenleri.

           Mübarek yalvaç değildir. Şeyh de. Olamaz. Mübareğin tekkesi, okulu, müritleri olamaz. Mürşidi de. Mübarek bizim gibi sıradan biridir. Kanser olur ölür.

           Ama o “nadirat”tandır. Az bulunanlardan. Köprü olanlardan. O köprüyle öteye, sonsuza geçeriz. Bize bu kadar olmadığımızı hatırlatır. Öbür âlemlerin anahtarı vardır elinde. “Ben gidiyorum, gittim” der. “Yiğitseniz, buyurun!”

           Buyurabilir miyiz? Belki. Bu dünya olanca kiri pasıyla üzerimize abanmışken, soluk alıp, onun denizlerine dalabilir miyiz? Sevgili dalgıç Mahmud, tüpsüz Mahmud, nefesin yeter mi? Benim yetmiyor. Mübareği kırk metreden sonra yitiriyorum. “Dalgıç, derine, daha derine!” diyor, birisi. Kim o dalgıç? Hangi derinliklere? Dünyanın çirkinliği deniz bırakmadı ki! Sahte dalgıçlar, sahte insanlar.

            Mübarek öykülenemez. İlişmeyelim onlara. Ellerini uzatırlarsa tutalım. Çekerlerse gitsinler. Dünya nice teorisyenin teorileri altında çöküp gitmek üzere. Mübarekler yitiyor. Kimse onları tanıyamıyor. Bilemiyor. Nasıl geldiler dünyamıza? Nereden geldiler? Neylerler buralarda? Hangi kaza onları bu dünyaya sürükledi? Dünya denilen şu trafik hastanesinde komadan çıkabilmek için nasıl da çabaladılar. Çırpınışlarıyla tanıdık onları Bekledik. Bir gün kapımızı çalacaklar: “Ne haber moruk?” diyecekler.

            Mahmudcuğum! Yalan söyledim: O günlerdeydi işte; bahar bitmek üzereydi. Karımın komşulara benim için “bu adamın sessiz göründüğüne bakmayın, o edepsizdir” dediği akşamlardan birinde. Neden edepsiz olduğumu düşünürken, kapı çalınmadı. Açtım. O gelmedi

12 Eylül 2022, 20:20 | 535 Kez Görüntülendi.

Yazı Detay Reklam Alanı 728x90

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*