TOPRAKTAN GELEN DÜŞÜNME

TOPRAKTAN GELEN DÜŞÜNME

TOPRAKTAN GELEN DÜŞÜNME

            Kökeninde “bilgelik sevgisi” olan felsefe, arada bir arıyor olsa da yüzyıllardır bilgeliğini yitirmiş, giderek akademik duvarlar arasında sıkışarak yalnızca uzmanların anlayıp yaşayabildiği “teknik” bir çalışma alanı olmuştur. İletişim olanaklarının gelişmesini sağlayan, yaşatan, destekleyen teknoloji, yarattığı sanal ortamla, her gelenin ahkâm kesip düşünceler yumurtladığı, eğriyle doğrunun karıştığı toz duman bir düşünme alanı oluşturuyor. Herkes her şeyi doğru yanlış konuşabiliyor, kendinde konuşma cesareti bulabiliyor. Öz eleştiri yokluğu, haddini bilememe, dünyanın düşünme iklimini sığlaştırıyor, daraltıyor, kurutuyor. Akademi kazanç odaklı şirketlere dönüştükçe, bilgi kullanım değeri olan bir mal gibi kullanıp atılan ucuz bir malzeme haline geliyor. Araç egemen bir bilgi anlayışı bu kapitalist dünyanın çarklarını çeviriyor. Piyasa ürünleri oluşturmak, siyasal, askeri, ekonomik güç elde etmek amacına yönelik üretilen bilgiler, kullanım bilgileridir, araç bilgilerdir.

            Küçük düşünen insanların küçük hedeflerine varmak için ürettikleri sözde uzun erimli bilgiler, büyük ölçüde geleceğin dünyasının nasıl olabileceği üzerine kestirimlerde bulunmaya yarıyor. Yapay zekâ çalışmalarının, gen teknolojisindeki gelişmelerin, uzay bilimindeki incelemelerin, mühendislik, tıp alanındaki araştırmaların insanın bu dünyadaki yerine, anlamına ilişkin varoluşsal sorularla ilgilenmek gibi dertleri yok. Sorunlarını günü birlik, kısa erimli, çıkar odaklı, başarı hedefli çalışmalarla çözmeye çabalıyorlar. “Hayaller kur”, “geniş düşün”, “yeniliklerin, buluşların ardına düş”, gibi sloganları da çapsız, çıkarcı, güç elde etmeye yönelik bir yaşamı oluşturmaktan öteye götürmüyor insanları.

            Yaşamın yoğun biçimde olanca şiddetiyle yaşanması gereken canlı, yaratıcı gücünden uzak, bu kısır, bozulmuş düşünme ortamı, dünya ülkelerinin çoğunda siyaset yaşamının işleyiş düzeyini düşürüyor, kabalaştırıyor. “Adalet”, “barış”, “emek”, “insan saygısı” gibi yüksek değerler, içleri boşaltılmış anlamlarıyla güç elde etmek için yapılan tartışmalarda sık sık anılıyor: çıkar yüklü hedeflere ulaşmak için araç olarak kullanılıyor. Böylesi düşünme ortamlarının egemen olduğu dünyada, bir kesim yoksulluk içinde yaşamda tutunmaya çalışırken bir başka kesim çok acele yaşıyor, çabuk düşünüyor, hemen hedefe ulaşmak istiyor. Binlerce yıllık geleneği olan bilgece düşünme ortalıkta pek görünmüyor.

            İşte böyle bir dünyanın karanlığında düşünmenin, düşüncenin ışığı toprağa yansıyor. Toprakla düşünme, topraktan gelen düşünme, toprakla beslenen, toprakla canlanan düşünme, özellikle bizim gibi ülkelerin insanları için çok önemli oluyor.

            Toprak canlılığı gösteriyor, canı var kılan canlılığı. Denizleri de taşıyor üzerinde göğü de bir anlamda taşıyor. Var olanlar, canlılar, canlar ondan güç alıyor. Ayağımız basıyor üstüne. Bir anlamda bizi koruyor. Topraktan gelen dirimin olanak verdiği düşünmenin ardındayız. Elbette gelenekten gelen ama unutulan toprağa yönelen, topraktaki denizi, topraktaki göğü, topraktaki tarihi, yaşanmışlığı arayan düşünmeyi yaşamaya çabalıyoruz. Topraktan gelip toprağa giden ölümlü insanların “sadık yâri” (Âşık Veysel!) olan toprak, yüzyıllarca zihnin içine, “bilince”, “anlama yetisine”, “akla” tıkılı düşünme etkinliğinin tohumlarını kendine katıp onu beslemek istiyor. Doğaya, yaşama, coğrafyaya, kültüre, tarihe, canlılığa, cana açılmanın adıdır topraktan düşünme, topraktan gelen düşünce, toprakla beslenen düşlerimiz.

            İnsan toprağıyla düşünür. Toprak bu anlamıyla coğrafyadır. Onunla yurt tutar. (Wohnung!) Onunla sılasını oluşturur. Bahçesini, tarlasını kurar. Dünyayı yönetmeye çalışan güçler, bütün bahçeleri, tarlaları ele geçirmek ister. Gözleri insanların topraklarındadır. Dünya tek bir bahçe, tek bir tarla değil. Bahçeleri var ülkelerin, kültürlerin. Bu bahçelerde düşünen, yaratıcı insanların yerleri var. Düşünebilenlerin, yaşadığı yaşamın değerlerini, tarihini, kültür ürünlerini yorumlayabilenlerin, bu amaçla topraklarını koruyabilenlerin düşünce bahçeleri olabilir. Yoksa hep başkalarının bahçelerinde dolanır durursunuz. Unutmayın: Bir diliniz, kültürünüz, edebiyatınız, efsaneleriniz var. Toprağın size açtığı yer var. Neden düşünme toprağında yeriniz yok? Neden kendinize özgü düşünce ağaçları, bitkileri, çiçekleri yetiştireceğiniz bahçeniz yok? İnsan toprağıyla düşünür, o toprakta özenle yetiştirdiği düşünce ürünleriyle.

            Topraktan felsefe, can felsefesidir. Can topraktan gelir, toprağa döner. Toprak dönüşür, canlıları, canları var kılmaya devam eder. Toprak göktedir de, evrendeki başka yaşam alanlarındadır. Toprak tükenmez. Yeryüzüyle sınırlı değildir. Evren toprak oluşturur, sürekli olarak. Canlı oluşturur.

            Can, toprağını duyandır. Toprağı duyunca anlar ki, düşünmek yaşamaktır. Düşünmek eylemi yalnızca zihnimizle, “beynimizle” gerçekleşmez. Bedenimizin tümü iş başındadır. Bedenimiz çevremizin bir parçası olduğuna göre düşünmek, çevremizle, bedenimizle, kısaca canımızla düşünmektir. Buna yaşanmak diyorum. Düşünmek, yaşanmaktır. Geleceğin insanı, eskilerin çoğu zaman kutsallık yükleyip bin yıllardır sandığı gibi “aklıyla” değil, canıyla düşündüğünü bir gün anlayacaktır.

            Bu toprakların yaşamışlığından devşirilecek düşünmenin kendini ortaya koymakta dayanacağı en azından üç temel öğe var: Bilgelik, dil ve düşünme. Bilgelik, felsefedeki  “sofia”dır, hikmettir, insanın binlerce yıllık deneyimlerinden damıtılmış yaşam özleridir. Gezegenimizdeki diri kalma çabalarını, dirimi, dirimin birlikte yaşanacağı dirliği içerir. İnsan dirliğini başarabildiğince yaşamını oluşturur. Tıp gibi, zanaatkârlık gibi “teknik” bilgilerinin yanında sanatsal etkinliklerini geliştirir, edebiyatının, müziğinin, folklorunun değerini anlamaya başlar. Yaşadığı dünyanın yapısı, yaşamının anlamı, değeri üzerine kafa yormaya başlar. Kendi yaşamının tarihini, destanlarını yazmaya başlar. Yalnızca savaş gücünü ortaya çıkarıyorsa dirim ağırlıklı bir kültür geliştirir. Düşünmeye, olup biteni anlamaya, yorumlamaya, olacak olanları tahmin etmeye çaba gösteriyorsa yaşamı hayata doğru evrilir. Hayat, mana ile yaşanan yaşamdır. Mana, anlamların yüksek değerlerle yoğrulduğu tinsel hayatın ana öğesidir. İşte bilgelik, dirim-dirlik-yaşam-hayat gelişim sürecinde özümsenen yaşantılardan oluşur. Bunları sanatta, edebiyatta, düşünme, inanma etkinliklerinde, ürünlerinde bulabiliriz. Bu yaşam özlerini kendi var oluşlarında ortaya koyan bilge insanlar vardı çağlar boyunca. Şimdi de vardır.

            Kapitalist dünyanın insanı yaşamı egemen güçlerin dayattığı biçimde anlar. O güçler ona yaşamın anlamını, ereğinin ne olduğunu dayatır. Bu ereğe erişmenin yollarını da söyler. Bu ereğe erişmek için koşup durmaktan dolayı bilgeliği unutmuştur. Bu koşuşturma içinde tinsel olana sağır ve kör insanlar yığını, gücü elinde tutanlar tarafından kolayca sömürülüyor. “Vicdan yok oluyor” diyorlar, örneğin; “kimse kimseye acımıyor”. Değer duygusu yok olmuş çünkü. Küçük hesapların, kısa erimli çıkarların, sözde insancıl, sözde dinsel makyajlarla süslenmesi ayrı bir tehlike oluşturuyor. Post-modern, post-truth çığırtkanları bu ağır tin yitimini fark edemiyor. Tın, eski Türkçe metinlerde “can” demektir. Tınlamayan tinselliğimiz, ölgün, bitkin; sahteci, sığ, tin (dini de katabilirsiniz!) sömürücülerinin talan alanı olmuştur. Manasız maneviyat, tinsiz tinsellik, bilgelik yoksunu bir yaşam içine gömüldüğümüzün işaretleridir.

            Batılı insanın genellikle doğadan, toplumdan, ekonomiden soyutladığı Geist, spirit, esprit, Türkçeden gelen bilgelikte tındır, candır, güçtür, yaşamdır, dirimdir. (Tin yerine tın demeyi yeğliyorum. Tın örneğin Divanu Lugâti’t-Türk’te nefes, ruh, soluk, ses, anlamlarına geliyor; değişik eklerle, dinlenmek, dinmek, durmak, mesken tutmak, rahata kavuşmak gibi anlamlar kazanabiliyor!) Gök ile yer, toprak sıkı bir ilişkide. Torakta düşünce, düşüncede toprak var. Topraktaki tın, arayan, araştıran, düşünmeye can veren tındır. Düşünceyi canıyla karşılayabilen tındır. Sığlaştıran, kolaylaştıran, ucuz başarılara odaklanmış düşünmelerin uzağındadır. Topraktan gelen düşüncenin dayandığı bilgelik, özgürlüğün, özerkliğin yaşandığı bir dünya özlemine, mücadelesine dayalı açık uçlu bilgeliktir. Egemen güçlerin destekçisi olmadığı gibi, kendini sürekli ezik, hakkı yenmiş göstermeye çalışıp ezikliğine dayanarak güç elde etmeye çabalayan bir anlayışa da karşıdır. Canın gücü vardır. Can gücünü geliştirme cesaretine sahip olmayan, isyan etmeyen, hakkını istemeyen, mücadeleden korkan edilgin bir yaşam anlayışını kabul edemez.

            Dirim gücü yüksek, yılmadan arayan coşkulu bir yaşamdan yanadır. Özerkliği, özgürlüğü ile içtendir, dürüsttür. Başka olanı, başkasını bakışının odağına yerleştirir. Başka düşünceleri, yaşayışları aşağılamaz. Farklıyı anlamaya hazır oluşu, başka olana açıklığı kendi özgüveninden, iç gücünden gelir. Egemen güçlerin dayattığı gündemin dışında durur, gündemle kurulmaya çalışılan tuzaklara düşmez. Gücü elde tutanların oluşturduğu algı yönetimiyle beyin yıkama çabaları, ortaya attıkları gerçeklik modelleri, düşünme anlayışları, toprağa değmediği, cana ulaşmadığı için tınına yaklaşamaz.

            Toprakla, suyla, gökyüzüyle beslenen düşünce, bir arama çabasıdır. Düşünme toraktan geldiği için bir eylemdir. Etkinliktir. Haksızlıklarından, çirkinliklerinden, yoksulluklarından acılarından olabildiğince arınmış bir dünyayı düşler. Bilgi arayışıyla bilinmeyene bilgece yaklaşma atılımları içeren daha yaşanası dünyanın ardına düşmüştür. Toprağı yurt edinen, yurt özlemi içinde olan, yurtsayan bir dünyaya doğru bir eylem olan düşünme ile yürümeyi seçmiştir.

            Örneğin dünyaları şöyle ayırmayı düşünmez: Doğal çevre olarak fiziksel dünya (Umwelt), psikolojimizle yaşadığımız dünya (Eigenwelt), toplumsal dünya (Mitwelt), tinsel dünya (Überwelt). Oysa dünya bir bütündür ve yurdumdur. Yurdumdaki evim ise vatanımdır. Çünkü, toprağı duyduğunuzda gezegenin tınını, canını duymuş oluyorsunuz. Toprağı, suyu benimsiyorsunuz, onlara sahip çıkıyorsunuz. (Stoa’nın bir anlamda oikeiôsis dediği). Onlarla tanışıyorsunuz. Onlarla yakınlaşıyor, yurdunuzu kurmaya çalışıyorsunuz. Yurt tutuyorsunuz (oikêsis). Yurdunuzu özlüyorsunuz, yurdunuz olacak dünyayı özlüyorsunuz; Yurtsama yaşıyorsunuz.

            Unutmayalım ki bu toprakların insanı hep yurdunu özlemiş; gurbette duymuş kendini. ”Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde” diyebilmiştir. (Kemalettin Kâmi Kamu) İşte bizim bilgeliğimizde yurt özleminin, toprağı yurt kılmanın yanında, yabancı olana, başka olana açılma, farklı yurtları tanıma isteği, onlara saygı duyma tavrı vardır.

            Topraktan gelen düşünmenin (felsefenin) ikinci temel öğesi dildir. Bu dil günlük yaşamı yürütmek için kullandığımız dilden farklı bir dildir. Canımızla düşünürken benimsediğimiz, üslubumuzla, tarzımızla, kendimize özgü duyuşumuz ve duruşumuzla  içselleştirdiğimiz, içinde kendimizi bulup onunla düşündüğümüz dildir. İyi bir şairin şiiriyle ilişkide olduğu, şiiriyle yurt tuttuğu dildir.

            Yurt tutan dil, toprağa değen dil, uzak bir tarihten, geniş bir coğrafyadan gelen dildir. Onunla düşünmenin köklerine yürüyüş yapabileceğimiz, bize içindeki coğrafyada yaşanmışlığı açan bir dil. Taşıdığı yaşantılara konuk olabileceğimiz, kendimizi içinde bulacağımız, yurdumuz, konağımız, evimiz olan bir dil. Sınırlarında dolaşıp, aşmaya çalıştıkça içinde yeni keşifler yapabileceğimiz, toprağa değen bu dille yaşantılarımızı taşıyacağız.

            Düşünmenin dilidir. Kapatan, darlaştıran, ezberleten düşünmenin değil elbette. Mantıksal çözümleme ağırlıklı, kavramların soyut alanları içine sıkışmış düşünce ürünleri ortaya koyan düşünmeden söz etmiyorum. Benim düşüntü dediğim düşünce ürünleri var, bunlar düşünceme ile ortaya çıkıyor. (Bu iki sözcük Anadolu’dan, Derleme Sözlüğü’nden!) Yaşama sorunlarını çözme çabasıyla sığ yaşama “teknikleri” sunan, mâlûmu ilâm eden, bilineni sanki bilinmiyormuş gibi dile getiren, çelişkiler bulmak için kavramlara onları darlaştırıp bakan, başka düşünürlerin düşüncelerini özetleye özetleye özetleyenin kendi düşüncesi sandığı düşünme biçimleri var. İnançları, dünya görüşlerini aldatıcı kurnazlıklarla destekleyen bu düşünme biçimlerine düşünceme diyorum. İşte bu düşüncemelerle ortaya konan ürünlere düşüntüler diyorum. Topraktan beslenecek, dirim-yaşam-hayat bağı içinde canımızla karşılanacak düşünme dili düşüntü üretmez.

            Dil, düşünceyle etkileşir. Düşünce dünyayı içinde yaşattığından dil de dünyayı içinde taşımış olur. Dil taşıdığı dünyadan dünyalar oluşturur. Kendisi dünya olur. Canlıdır. Binlerce yıldan beri bu gezegende insanla birlikte yaşıyor. Dil ile düşünce arasındaki köprü sözdür. Düşünen, sözü olandır. Dili söyletendir. Dilin sözünü duyandır. Dil canlıdır, dönüşür, gelişir, gücünü yitirir, ölür, dirilir.

            Düşünce dile nasıl durmalı? Dil yalnızca düşünceyi duyurmanın aracı değildir. Kendini dile taşıtan düşünceden yana değildir, topraktan gelen düşünme. Düşünceyi ele geçirmiş dil de onun dili değildir. Dilin ayartmalarına kendini kaptırmamalı düşünce. Dille düşünce birbirini açmalı. Düşünce dilin önünde öyle bir durmalı ki dil bu duruşla dillenmeli; dili zorlamamalı, eğip bükmemeli, ona müdahale etmemelidir. Dil de düşünceyi baştan çıkarmamalı, ona oyunlar oynamamalı, onu retoriğe dönüştürmemelidir. Dilin düşünceye, düşüncenin dile çağrısıyla dil dillenecek, düşünce düşünecektir. Dille düşüncenin yaratıcı etkileşimi tinsel alanda düşünme işleyişinin toprakla bağını güçlendirir.

            Türkçede düşünme sözcüğü düş (tüş) kökenlidir. Tüş, rüya, hayal anlamına geldiği gibi, düşe (tüşe) de rüya görmek demek. Ayrıca yüksekten yere düşmek, bir toplamdan çıkarmak, indirmek, eksiltmek anlamlarına gelir. Düşünmek (Tüşünmek) düş kökünden dönüşlü bir fiil olarak görülebilir.. Dönüşlü fiillerde işi yapanla işten etkilenen aynıdır. (Yıkanmak, taranmak örneklerinde olduğu gibi.) Divan-ı Lugat’it Türk’de Şöyle bir örnek tümce verilir: “Ol tüş tüşedi” (O düş gördü) “Düş”, rüya, hayal gibi anlamlarının yanında zihnimizin içinde geçenler, tasarımlarımız anlamında da alınırsa (sözcüğün sonradan geçirdiği anlam dönüşümlerini göz önüne aldığımızda) düşeyenin, (düş görenin), düşünme sırasında zihninde oluşturduğu tasarımları, düşünceleri kendi kendine gerçekleştirdiğini ileri sürebiliriz. (Dönüşlülük özelliği!) Düşünmede o halde özerklik söz konusudur. Düşeyen, zihninde düşünceler oluşturan insan, bunu kendi kendine yapıyor, yaptığından kendisi etkileniyor, etkilenince yeniden düşünüyor!

            Yaş kökünden yaşamak ile düş kökünden günümüz Türkçesinde kullanılmayan düşemek arasında ilk bakışta anlam değil ama mana yakınlığı var. Düşünmek canımızla yapılınca yaşanmak oluyor. Yaşanmakta dönüşlülük yapısını andıran edilgenlik özelliği görülüyor. Birine “yaşandın mı ?” diye sorduğunuzda “birileri sizi yaşadı mı ?” anlamını çıkarıyorum. Geçişli bir fiil olabildiğini düşündüğümüzde “yaşamak”, birini yaşamak, biriyle yaşamı paylaşmak olarak da anlaşılabilir. O zaman “yaşandın mı?” gibi bir soru, günlük dilde tuhaf görünse de “birisi seni hissetti mi, seni sen olarak yaşadı mı?” gibi anlaşılabilir. Belki biraz zorlayarak bunu dönüşlü (reflexive) bir fiil olarak da görebiliriz: “Kendi kendini yaşayabildin mi?”

            Düşünmek, “zihnin” içinde kalan bir süreç değildir. Dönüşlü bir fiil olarak kendimizle ilgili, kendimizi etkileyen, kendi gücümüzle yapabildiğimiz bir etkinliktir. Yaşanmaktır, düşüneni bir can olarak aldığımızda. Bir başkasıyla birlikte, onunla etkileşerek düşünmektir. Düşünmek birlikte düşünmektir, agorada Sokrates ve arkadaşlarının yaptığı gibi. Özerk bir güçle etkileşim içinde olmaktır. Düşünürken insan yaşar, yaşanır. Düşünük değildir. (Düşünük: Düşüncesinin içinde kalan!) İngiliz görgücü (empirisist) düşünme tavrı düşünceyi anlığa (zihne, “mind”a) kapattığı için düşünüktür. Benzer biçimde Kartezyen “cogito” anlayışı da düşünüktür. Türkçede düş (tüş, tuş) yalnızca rüya ile ilgili değildir. Tuş olma, düş olma, rastlamak anlamın da gelir, örneğin Yunus Emre’de. Türkiye Türkçesinin dışındaki kullanımlarında, inme, durma, konma gibi çağrışımlar taşır. Toprakla ilgisini buradan da çıkarabiliriz. Düşünürken, gerçeğe düş olup(rastlayıp), toprağa düşebiliriz. Bir tohum olarak düşünceler, yaşanımlar (yaşanmalar) açabilir.

 

 

02 Eylül 2022, 13:39 | 612 Kez Görüntülendi.

Yazı Detay Reklam Alanı 728x90

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*