AYDINIMIZIN HALLERİ
AYDINIMIZIN HALLERİ
Aydın: Aymış olan, ayık olması gereken bir kişi. Yaşadığı dünyanın farkına varmaya çalışan, o dünyadaki çıkar çatışmalarını, haksızlığı, zulmü anlamaya, değiştirmeye çabalayan; bu zulmü örtmeye çalışan güçlerin gündemini belirlediği kültürün (yaşama biçimlerinin, teknolojik, düşünsel, sanatsal, inanç sistemleri ile ilgili ürünlerin...) yarattığı yalanların, kararttığı gerçeklerin, sığlaştırıp, yozlaştırdığı yaşamdan rahatsız olup, itirazı olan, bu itirazı doğrultusunda görüşler, düşünceler, kavramlar, kuramlar geliştirip, ütopyalar düzen, örgütlenen, taşıdığı sorumluluk doğrultusunda maddî ve mânevi açıdan savaşan biridir.
Aydın sorunu ülkemizde yıllardan beri tartışılır durulur. Bu tartışmalar, kimi zaman bir günah çıkarma, hesaplaşma, yapılıp edilenleri meşrulaştırma biçimlerinde ortaya çıkar.
İçi Boşaltılmış Kavramlar Ülkesinin Prensleri: Ay(ama)dınlar
Yaşayışımızdaki cânı, canlılığı, heyecanı, dirimi, zenginlik ve derinliği, onu anlayışımızı örtmüş, karartmış, kurutmuşlar. Bittikleri topraktan koparılmış veremli kavramlar önde, biz aydınlar, çokbilmişler, allâmeler arkada, yürüyoruz. Bizim kavramlara, kavramlarımızın hayatımıza ettiğini hiçbir zâlim, hiçbir mazluma etmemiştir. “Aydın” kavramının da başına gelen budur. Biz aydınlar, kavramların “iliğini kemiğini kurutmada” ne denli ustayız. Aydınız biz, bize hayatın herhangi bir sorununu verin, onları aydınca “sorumluluğumuz”, “becerimiz”, “özgürlüğümüzle” bir güzel benzetelim.
Biz mürekkep yalamışlar, okumuş yazmışlar, çokbilmişler, allâmeler, yaşadığımız topluma, onun kültür ve ekonomisine, politikasına, dünya ve evrene “kuşbakışı” bakmakla meşhuruz. Kuşbakışı bakabilen kuşların kanatlarında “akıl”, “bilim”, “sanat”, “sorumluluk”, “özgürlük”, “hak”, “emek”, “saygı”, “sevgi” gibi boncuklar vardır!
Her toplumun şu ya da bu biçimde, düşünenleri, bilenleri, bilgeleri, aydınları vardır. Kimdir bunlar? O toplumun neresindedirler? Ne yaparlar? Neye yararlar?
Bu soruların yanıtlarını tüm toplumlar, tüm çağlar için aramıyorum. Bu işi, “bilenlere” bırakıyorum. Ben Türkiye’de yaşayan, Türkçe düşünüp yazmaya kalkışan aydınımızla ilgili kaygılarımı, yaşadığım sorunlarla dolu şu dönemi odağa alarak açmak istiyorum.
Burada kavramların bir cânı olduğunu, o cânı besleyen damarların da yaşama dünyasından geldiğini sanıyorum. “Yaşama Dünyası” sözünü özellikle E. Husserl, Heidegger, son dönemlerde birçok düşünürle birlikte, örneğin Habermas kullanıyor. Burada “yaşama dünyasını” toplumsal, kültürel, ekonomik, ekolojik, politik, boyutları olan; insanın insanla, doğayla, düşüncesi, geçmişi, duygusu, inancıyla ilişkilerinden oluşmuş, “maddî”, “manevî” kültürü taşıyan, düşünce ve sanat ürünlerini besleyen bir kaynak olarak anlıyorum. Burada “kültür” kavramı, bilim, sanat, inanç sistemleri, ahlak, düşünce ürünleri yanında, teknolojik, ekonomik ürünleri, insanların bu ürünlerle tarih içinde ilişkilerini de içeriyor.
Aydın, düşüncelerinin ardında duran bu etkilerin ayırdında olmalı. Kullandığı dilin, içinden geldiği kültürün... Biz aydınlar, “aydın” kavramını tartışırken etkisi altında kaldığımız toplumsal, kültürel, ekonomik, politik; ekolojik koşulları unutmamalıyız. Aydın, belki de, aydınlanma döneminin etkisiyle, ışık veren, aydınlatan, kendisi de aydınlanmış biri olarak görülüyor. Özgür iradesi olan, Kant’ın deyimiyle “sapere aude!” ilkesiyle, kendi özerk kafa yapısı içinde, bağımsız, kendi başına, kendi aklıyla düşünebilen, etkilerden bağımsız, yalnızca evrensel olduğuna inandığı “aklı”na dayanarak karar alabilen, akıl yürütebilen bir kişi! Aydın aymazlığı, kavram sarhoşluğu! Soyut, genel, tarihselliğini yitirmiş kavramlar ülkesinde at koşturmak... Aydınım ben: Kavramlardan atımı verin: Size mantıksal, düşünsel, matematiksel, kelimeler ve yalnızca kelimelerle dolu şatolar yapayım. Bana bir kavram verin, içine okuyayım. Kavramı, beslediği maddî-mânevî kültürden, tarihinden, bağlamından koparıp, kendimi, beni saran bütün maddi, ideolojik koşullardan soyutlayayım. Diyeyim ki “ben bilim adamıyım, ‘objektif konuşurum”. Diyeyim ki “Ben sanatçıyım, özgürüm. Dünya avuçlarımdadır. Onurum hiçbir ideolojiye, önceden konmuş kurallara, kuramlara uymamamı söylüyor.”. Diyeyim ki “Ben aydınım, marjinalim; tüm değerleri, inanç sistemlerini, ahlakı inkâr etmişim. Kıyıdayım. Kaçağım. Anarşistim. (Ne demekse?) Nihilistim. (O da ne acaba?) (1960’larda Adanalı bir işçiden duymuştum. Arkadaşları onu eleştirmişler: “Yahu” demişler, “Marks’ın kitabını inkâr mı ediyorsun? İşçi kızmış: “Ben Allah’ını kitabını inkâr etmiş adamım, Marks’ın kitabını inkar etmişim çok mu?”)
Türkiye’de aymak için öğrenen, okuyan, üreten, yeniden üreten, tüketen kişiler, zulmü, haksızlığı, düzenin çarkının nasıl döndüğünü nicedir anlamaya çalışıyor. Ayamıyor. Oysa ona aydığını söylüyor, “aydın” diyoruz. Örneğin “daha aymadın” mı demeliyiz? “Karan” mı? (“Aydınlık”tan, “aydın”; “karanlıktan”, “karan”.) Üstelik “karan”ı “harç karma”, “çamur karma”, “boya karma”, “iskambil kağıdı karma” sözlerinden yola çıkarak, karıştıran, birbirine katan olarak yorumlayabiliriz. Herşeyi karma karışık hâle getirmek: Çoğumuza yakışır. Sözlük, “karmak”ın, “sokmak, batırmak” anlamları olduğunu da söylüyor. Öyleyse karan: Sokan, batıran. Bu da çoğumuza yaraşır. Aydın: Karıştıran, kaçan, yılan (yılmaktan!), korkan, kıvıran, ... boşaltan. Galiba ben de boşalttım. Ne aydınım ama!
Aydının Düzenle Göbek Bağı
Aymak, ayırdında olmak, bilincine varmak: Düşünmeyi, düşünmede kullanacağımız bilgilere erişmeyi, bilgilere düşünmeyi katarak erişmeyi, öğrenmeyi, sürekli olarak yeniden, yeniden gözden geçirip, bildiklerinin eksik ve gediğini, özürünü görmeyi gerektiriyor.
Aydın içinde bulunduğu “düzeni” anlar, görür. Yönetenler kim? Yönetilenler kim? Çark nasıl dönüyor? Çarkın nasıl döndüğünü görmek, bu konuda fikir sahibi olmak gerekli mi? Evet! Sanatçı, bu çarkla ilgilenmeyebilir. Sanatçıdır da; (bence) aydın değildir. Aydınlık, aydın oluş, kültürel ürünler veren insanların, sanatçı, bilim adamı, politikacı, ahlakçı, elin adamı, düşünür olarak, içinde bulundukları dünyanın yönetim düzenine, bu düzene bağlı olarak oluşturulmuş değerlere, düşüncelere, dünya görüşlerine, inanç sistemlerine karşı “eleştirel” tutum takınmayı gerektirir. “Şu”cu ya da “bu”cu olmayı değil!
“Dünyanın düzeninden bana ne, ben kendi düzenime bakarım”la aydın olunmaz. Dünyada dönen düzen çarkından kaygı duyması, çarkla ilgili sorumluluk taşıması gerekir. Öyleyse, şair olmakla, felsefeci, ressam, politikacı, akademisyen, hattâ dünyayı değiştirme görüntüsü altında, dünyada dönen çarkın değil de, kendi ya da çevresinde bulunanların çıkarlarının kaygısını duyan örgüt lideri olmakla da aydın olunmaz. Kafasını daracık dünyasına, çıkarlarına gömmüş, devekuşu okumuş yazmıştan aydın olmaz! Kitaplar okuyup, kitapların dünyasına tutsak olmuş gafil “kitâbî”den aydın olmaz! Barlarda dedikoduyla kültür ürünlerini bitip tükenmek bilmeyen açlığıyla silip süpüren entelden aydın olmaz. Kavramların büyüsüne kapılmış, ağzından malumat fışkıran allâme ukalâlardan aydın olmaz.
Hakkını aramak, yedirmemek, haksızlığa direnmek, sömürüye karşı çıkmak aydın olmaya yetmeyecektir. Bilinç: Herşeyden önce bilinç! Farkındalık, çark konusunda.
Peki, düzen çarkının işleyişi konusunda farklı farkındalıklar olursa? Çarkın dönüşü kuramlarından hangisini üretirsem, hangisine bağlanırsam ayığım da, hangisine bağlanırsam gafil? Çarkın dönüşü üstünde düşünmeye çalışıyorsam, aydınım. Mazlumun yanında da olabilirim, zâlimin yanında da. Kapitalist düzenin çarkı, aymazlarla ayanlar arasındaki kavgadan alınan ivmeyle dönmüyor yalnızca; farklı çıkarların ardındaki ayrılışlar arasındaki boğuşma da güç veriyor çarka. Çünkü, düzenin muhaliflere ihtiyacı var!
Öyleyse aydın, dünyanın ve kendi toplumunun toplumsal, kültürel, ekonomik, siyasal... işleyişi üstünde görüş sahibi olan, bu görüşü doğrultusunda düşünce ve sanat ürünleri ortaya koyabilen ya da bu ürünlerin yorumunu, eleştirisini yapabilen biri. Düzenle, iktidarla ilgili. Bu anlamıyla politik. Bu düzeni koruyan ya da değiştirmeye çabalayan. Bunu kültür, sanat, bilim, düşünce alanında takınacağı tutumun, tutacağı tarafın, savunacağı görüşün, üreteceği, yorumlayacağı, tüketeceği ürünlerle ilişkisi içinde gerçekleştiren.
Aydını Değerlendirme
Aydın, ufuk açıklığının, kavrama duyarlılığının ve gücünün yettiği oranda düzen kaygısı, endişesi taşıyan biri: Bu kaygı doğrultusunda düşünen, eyleyen, üreten, yorumlayan, eleştiren.
Okumuş yazmışlardan farkı burada: Okumuş yazmış, diplomalı, kaygısızsa, kaygılan “dar alan”da ise, “yerel” kalıyorsa, bu darlığın ya da yerelliğin ayırdında değilse, yalnızca okumuş yazmıştır. Eli kalem tutabilir, fırça da. Kitâbî kalabilir. Bilmiş, bilen, hattâ bilge olabilir. Alim olabilir, belki de ârif.
Aydın safta olandır. Kavgada olan. Dünyadaki kavgayı gördüğü için...
Aydının en azından dört ayrı ölçütle değerlendirilebileceğini düşünüyorum.
a) Dünya düzenine bakış açısıyla. Gördüğü, anladığı, kavradığıyla. Kuramıyla. Bilgisiyle. Gösterdiği ile. Gördüğü ve görüş açısından gösterdiği ile. Ürünleri, eylemleri, yorumları, eleştirileri ve tutumuyla
b) Konumu ile. Kimden yanadır? Kimlerle? Kimlere karşı? Ne adına? .
c) İçinde bulunduğu durumuyla. Toplumsal konumu ve dünya görüşünü hangi toplumsal, tarihsel, ekonomik, politik durumlarda ortaya koyuyor?
d) Yaşadığı “hâl” ile. Kişiliği ile. Ben yıllardan beri bu “d” şıkkıyla, belki “gereğinden çok” meşgulüm. Çünkü yeterince önemsenmediğini, “sübjektif” bir ayrıntı sayıldığını görüyorum. “Verilmiş” koşullar içinde yaşıyoruz. Üzerimizde, değiştiremeyeceğimiz, farkına bile varamayacağımız güçlerin olduğunu nasıl yadsıyabiliriz ki! Marks’ın, Freud’un, hattâ Freud’un, Faucoult’un yorumladığı anlamlarda.
Aydının aymazlığını vurgulamak amacıyla biraz abartarak, özellikle bu noktada tartışmayı düşünüyorum.
Aydınımızın Halleri
Hâl, ruh hâli olarak anlaşılmamalı. Ruh hâlimizi de içine alan, iç dünyamızın, duygu, düşünce, beden yapımızın bütünlüğüdür. Hâlimiz bizim cân bir varlık olup olmayışımızla ilgilidir. Felsefede alışılmış bir deyimle söylersek, “ontolojik” bir özellik taşır. “Durum” dışımızdadır. Gözler dünya düzeninin, eğitiminin, medyasının etkisiyle hep dışa dönüktür. Durumumuzu bilince, hâlimizi bilebileceğimizi düşünüyoruz. Bilen insanın çiğliği, aydınlar arasındaki anlamsız dalaşmanın kökleri de buradan kaynaklanıyor. Bir aydınla açılarınız örtüşebilir; konumumuz da içinde bulunduğumuz politik, ekonomik koşullar da benzeşebilir; bunların yorumlarında da uzlaşabiliriz. Ama, “hâl” yoksulluğu, hamlığı yaşıyorsak; aydınca bir mücadelede bu arkadaşla dayanışma içinde olmamız zorlaşır. Aydın megalomanisi, paranoyası, doruğuna çıkan korkular, güvensizlikler, yersiz güceniklikler, kıskançlıklar, sonu gelmez takıntılar...
Düzenden şikayetçiyiz; düzeni bakış açımız doğrultusunda, siyasal, toplamsal, ekonomik, kültürel durumuyla değiştirmeye çabalıyoruz. Bu özlenen dışsal değişim, dönüşüm, kendiliğinden içsel dönüşümü sağlayacak mıdır? İçsel dönüşüm, duygu-düşünce-beden dünyamız, dışsal koşulların yerine gelmesiyle gerçekleşiverecek midir? Sanmıyorum. İlk bakışta “mistik”, “öznel” ne demekse, “idealist” bir tutum olarak anlaşılacak böyle bir “hâl” düşüncesi, insan dediğimiz karmaşık varlığı nasıl anladığımızla ilgilidir.
İnsan kendini fiziksel, fizyolojik, nörolojik, psikolojik, sosyolojik, politik, ekonomik olarak sınırlayan koşullar içinde, bir robot, bir makina değil; bir cândır. Aydın, insanın cânını yitirdiği, yaraladığı, hasta hasta taşıdığı bir düzende, cânını yakalayıp, yaşayabileceği başka bir düzen aramaktadır.
Bu düzen arayışında, kendinden önce, yüzlerce yıldan beri zulme, haksızlığa, sömürüye mahkum edilen ezilmişlerin, hakkı yenilmişlerin, cânına ulaşamamışların, cânını unutmuşların, boş vermişlerin düzenine başkaldıran, itiraz eden savaşçıların birikimlerinden öğreneceği çok şey vardır. Bu öğrendiklerini süzgeçten geçirebilmek, yenileyebilmek, öğrendiklerini yeni araştırmalarla zenginleştirip dönüştürebilmekle, cânın olduğu bir düzeni araştırabilir. Geleceğe açık, henüz yaşanmamış, yaşanması umut edilen düşüncelerle, yeni yeni bir düzenin bitimsiz kavgasına girişebilir. Hiçbirimizin elinde dinlerin kutsal kitaplarına benzer, hakikatin ne olduğunu kulağımıza fısıldayan, çözümler öneren “hakikat kitapları” yok. Tepeden indirilen, yeni olana kapalı; diriliğe, canlılığa, heyecana sırt çevirmiş, “çok bilmiş”, “her şeyi bilmiş de değişmeye direnmiş”, allâme tavrı, devrimcinin en büyük düşmanıdır. (Herakleitos: Hep ustamız olarak hiç değişmedi!) Yine devrimcinin en büyük düşmanlarından biri cân unutkanlığıdır. Cân ise, insan denen varlığın bütününü göz önüne almayı gerektirir.
Devrimci, “iç âlemi” boşlayan, ham halat bir hayta değildir. İç âlemi, ulaşmak istediği hedeflere varmak için kilitlenmiş, dar, sığ biri de değildir. Cân evrendeki enerjidir. Cân, dünya gezegeninde yaşadığımız hâlleri önemseyerek, derinleştirerek, disiplin altına alarak, bedenimizi duygu dünyamızla, düşünce dünyamızla kenetleyerek, iç âlemimizin derinliklerinde yürüyerek yaşanır. Şu ânki dünya düzeninde cân veremdir. Sığdır. Hayatın cânı çıkmıştır. Sığlaştırılmış, daraltılmış, sıkıştırılmış, derdest edilip düzenin sürdürücülerinin zâlim ellerine bırakılmıştır. Cân post-modernist dünyada kavramların, kuramların yıkıntıları altında inim inim inlemektedir. Ütopyaların cânı çıkmıştır: Kalıplar, kalıplar, şekiller, şekiller... Hayâllerimizin cânı çıkmıştır. Cânı çıkan aydındır çünkü. Cânı burnunda mıdır? Şimdilik hiçbir yerindedir. Cânından haberi yoktur. Cân gafilidir. Dünyayı, düzeni nasıl değiştirecektir?
Ne haldedir Aydınımız? Hâlinde cân kalmamıştır. Aydın diye geçinen birçok insanın ruhlarındaki çirkinlik bundandır. Kendilerini değiştirmekten âciz bu insanların dünyayı değiştirmelerinden korkuyorum...