DELİ AKLIMLA DÜNYAYA
DELİ AKLIMLA DÜNYAYA
Deli olmadan akıllı olunabilir mi? Olunamaz. Çünkü gönül delidir. Akıllılık kalıplar içinde kalarak, yürünmüş yolları yürüyerek gerçekleşemez. Akıl sınır aşımı gerektirir. “Uslu çocuk” denir bizim dilimizde, o çocuk usu (aklı) olduğu için mi usludur yoksa usu olmadığı için mi? “Us”u bir şapka gibi başınıza geçirip size bekledikleri biçimi vermelerine ses çıkarmadığınız için mi uslusunuz? Usunuz nerenizde? Ruhunuza dayatılan usa us mu denir? Ayaklarınıza vurulan prangalar mı us? “Aferin çocuğum, takdire, teşekküre geçtin, usluluğunla büyüklerin beğenisini kazandın “ derler. Daracık bakış açılarıyla görülen ufuksuz ufuklara sıkıştırmak için uslandırırlar, uslu kılarlar insanları. Elbette sıkıştırılanlardan, ezilenlerden, us dönme dolabına binenlerden olmayacağız. Us, meraklı, coşkulu, içinde sönmeyen araştırma ateşi yananların usudur.
“Uslu ol, akıllı ol” diyenlere sormalı: Niçin, nasıl bir tavırla akıllı olmalıyım? Hangi akılla akıllı olmalıyım? Kimin aklıyla akıllı olmalıyım? Ellemeyin aklımı, o şimdi sınırda. Arıyor. Kendine dayatılanların çevresinde yürüyor.
Akıl sarıp sarmalıyor beni. Bir düzen vermeye çalışıyor. Dayatılan akıldan söz ediyorum. Aile içinden başlayarak, eğitim süresince, ardından da ömür boyu çevremizin dayatmalarıyla devam edegelen bu “akılla baskılama” isyanı hak ediyor.
Dayatıcılar! Beni böyle akıllı yapamazsınız. Akıl, yaşayabilmesi için özgürlüğe gerek duyar. Sürünün içine sıkıştırılıp da sürüklenen akıl, akıl olmaktan çıkmıştır. Akıl kendi ayakları üzerinde durabilen bağımsız insanlarca yaşanabilir. Aklın yaşanması demek, günlük hayatta karşılaştığımız yalnızca bize özgü durumlarda, ne yapmamız gerektiğinin akıl tarafından tartışmaya açılması demektir. Akıl bir senfoniyle seslenir bize, içinde birçok enstrümanın olduğu çok sesli seslenişi duymaya “akıl duyar” kulaklar gerek.
Seslenen akıl gerek bize, sessiz, mızmız uslu akıl değil. Çok sesliliğiyle, bütün bileşenleriyle seslenen. Duyan akıl gerek bize. Öteki akıllara açık, onların can kapılarını çalabilen, onları buyur edip, onlara konuk olabilen. Yaşadıkça öğrenen, kendisiyle yüzleşebilen, sınırlarını arayıp, gereğinde aşabilen, aşabildiği için genişleyip zenginleşen. Bazıları buna “delilik” diyor, ben de bu yazıda onlar gibi konuştum, çoğunlukla. Oysa “delirdin mi?” diye sorulduğunda “hayır, genişledim, çoğaldım, anladım, anlamaya doğru yola çıktım” yanıtı verebilir.
Aklım öteki akıllarla haberleştikçe, akıl meydanında onlarla konuşup türkü söyleyerek dans ettikçe akıl olur. Özerktir, bağımsızdır, kendi gibidir, özgürdür. Kalıp kıran, sığlık bozan, kuşatan, derinleşebilen, canlı, heyecanlı akıldır. Tek sesli, sığ, sorgulamayan, farklılıktan korkan, disiplinli olmaya çalıştıkça kendi çevresine kafes ören, yorumlardan, uçmaktan çekinen, öteki ürkeği, başka akılların eteği ya da ceketi altına girmeye hazır bir akıl değildir. Elbette aklımın enayisi olmayı sevmediğim için enayi aklımı sevmem. Aklımı çıkarcılıktan, kurnazlıktan uzak tutmaya çalışırım; özgürlüğünü, özerkliğini yitirir çünkü. Bağnaz, sıkışık akla dönüşür, çünkü.
Deli aklımla yürür, beni duyacak özgür kulaklara türküler yollarım.