NIETZSCHE ÜZERİNE İKİ METİN

NIETZSCHE ÜZERİNE İKİ METİN

NIETZSCHE ÜZERİNE İKİ METİN

NIETZSCHE’NİN AKADEMİSYEN ANLAYIŞI ÜSTÜNE

 

Nietzsche, çağının akademik yaşamını, o yaşam içindeki akademisyeni (Bu yazıda “Der Gelehrte”yi akademisyen olarak çeviriyorum.) nasıl görüyordu acaba? Bu yazı, sorunun çok sınırlı, bir yanıtını betimleyip tartışacak, Şen Bilim ve Ecce Homo’daki birkaç metinin ardından gidip, saptamalar yapmaya çalışacak. 

“Pekiyi biliyoruz artık: Hani şu bilime, kadınların, ne yazık ki birçok sanatçının da yaptığı biçimde gezintiye çıkmışlar gibi şöyle bir göz atanları: Onun ciddi gücünden, hani şu küçük büyük işlerde seçeneksiz oluşundan, şu tartmada, yargılamada, yargıları sonuçlandırmadaki hızından şaşırıp ürkenleri. Onları (bilimle ilgili olarak) korkutan, özellikle, hiçbir övgü ve ödül almaksızın nasıl en zor olanın beklenip, en iyi olanın yapılıyor oluşudur; üstelik orada, askerlerin arasında olduğu gibi, çoğu kez işitilen, çoğunlukla azarlamalar, bağırıp çağırmalardır, ­­— çünkü, işlerin iyi yapılmasıdır kural, başarısızlık bir istisnadır; yine de her yerde olduğu gibi, kural suskun bir ağıza sahiptir. Şimdi bu, “bilimin ciddi gücü”nün tam da o en iyi toplumun tavrı ve adâbı ile ortak bir yanı vardır: Henüz başlamamış olanı korkutur. Oysa ona alışmış biri onun aydınlık, saydam, güçlü, yüksek elektrikli havasının, bu eril havanın dışında bir yerde yaşamak istemez.”[1]

Çağının bilime bakışından rahatsızdır Nietzsche, “gezintiye çıkmışlar gibi” ona şöyle bir göz atanları (Wer nur Wie im Spazierengehen einmal einen Blick nach der Wissenschaft hin thut), bilime anlamadan sorumsuzca bakanları, kadınları, sanatçıların bir bölümünü onaylamaz. Bilim erkek işidir, eril (Männlich) bir havası vardır. “Sert” bir havadır bu. Bilimin ciddi gücü (Strenge der Wissenschaft) ürkütür, ona dışarıdan bakıp geçenleri. Seçeneksizdir; ölçmede, yargılamada, yargıları sonuca ulaştırmada başarmak zorundadır; başarır da. Hızlıdır. Bilime uzaktan, şöyle bir bakıp geçenler, onun gücünden, ciddiyetinden irkilirler; orada çıkarsızlık vardır çünkü. Pragmacı bir yaşamdan uzakta, övgüyü, ödülü dışlamış çetin bir yaşamdır, bilim yaşamı. Askerî bir disiplin egemendir bilimde (19. yüzyıl Alman üniversitelerindeki “hava”nın yorumu!). Bu disiplinden yakınmaz Nietzsche, her zaman açıkça dile getirilmemiş kuralların gerekli olduğunu düşünür: Ciddi gücü, disiplinli sert havasından gelir; hiç de korkutucu, karanlık bir hava değildir; yalnızca dışarıda duran, henüz bu yaşam içine girmemişe (Uneingeweihte) öyle görünür. Kasvetli değildir bilim yaşamı; aydınlıktır, saydamdır, güçlü (Kraftig), yüksek elektrik havası, tam da erkeğe yakışacak bir nitelik taşır.

Bu metninde Nietzsche, kendinin de içinde bulunduğu bir hava (Luft) olarak görür çağının bilimini; ona bakanlardan yakınır, o havayı soluyanlardan değil.

 

 

 

Oysa her metni bu iyimserliği taşımaz, salt Ecce Homo’nun, Şen Bilim’in sınırları içinde bile bu bakışına aykırı birçok metin bulabiliriz. Örneğin, Ecce Homo, Neden Böyle Akıllıyım? (Warum ich so klug bin?) başlıklı bölümün 8. metninde şöyle der:

“Akademisyen, tüm kuvvetini evet ve hayır demeye, çoktan düşünülmüş olanı eleştirmeye harcar, ­­— kendi düşünmez olur artık […] Kendini savunma dürtüsü (Der Instinkt der Selbstvertheidung) bozulmuştur onda, yoksa kitaplara karşı kendini savunurdu. Akademisyen —  bir décadent. ­­—  […] kibrit gibiler yalnızca, sürtmeli onları, kıvılcım verebilmeleri, “düşünce” verebilmeleri için […] Sabahın köründe, daha gün ağarırken, olanca dinçliği içinde, gücünün şafağındayken insan, kitap okumak­­— ­­— ayıp derim ben buna!”

Bu görkemli bilim havasında akademisyen, düşünmeyen biridir: Okumaktan, öğrenmekten düşünmeye vakti yoktur çünkü: Düşünülmüşü eleştirir durur. Belki de, büyük ölçüde çağının filoloji eğitiminden etkilenerek söylüyor bu sözleri. Kendini kitaplara karşı savunamayan, kitapların altında kalan bir insan! Bir décadent: Çürümüş, kokuşmuş, bozulmuş, soysuzlaşmış biri: Ya onaylar ya yadsır: Papağandır bir türlü; en temel dürtüsü, kendini savunma dürtüsü bozulduğu için sığlaşmış, bozulmuştur. Bedenini ve düşüncelerini duyamaz olmuştur artık. Bedeni ve ruhuyla arasına kitaplar girmiştir. Neden böyle olmuştur? Belki de aşırı bir özdenetim (Selbstbeherrschung), kendini sıkma, kendine aşırı bir egemen olma çabası buna yol açmıştır: Şen Bilim § 305’den bir örnek:

“Bundan böyle onu çekse, itse, cezp etse, harekete geçirse, içten ya da dıştan; bu, kolayca uyarılıp rahatsız olan kişiye bütün bunlar, her zaman özdenetimi için bir tehlikeymiş gibi gelir; Artık kendini herhangi bir dürtüye ya da özgür kanat vuruşuna bırakmaz; onun yerine, orada öyle kaskatı durur, kendini koruma pozisyonunda, kendine karşı silâhlanır, keskin ve kuşkucu gözlerle, kalesinin oldum olası koruyucusu olarak, çünkü bir kaleye çevirmiştir kendini, […] Oysa ne çekilmez biri olup çıkmıştır başkalarına karşı; nasıl da yoksullaşmış, ruhun o güzelim şanslarından alıkoymuştur kendini! Ve gerçekten edinebileceği tüm öğrenme olanaklarından. Öyleyse, olmadığımız şeylerden öğrenmek istiyorsa, insan arada sırada kendini bırakmalıdır.”

Geren, gerilen, çok kolayca uyarılabilir (Reizbar) bu kişi, yaşam karşısında kaskatı durur; sürekli tehlike içinde olduğunu, özdenetimini kolayca yitirebileceğini düşünür, bırakamaz kendini dürtülerine, içinde kanat vuran coşku kuşuna. Sürekli kendini koruma sıkıntısı içindedir. Bundan dolayı, ruhunu kaleye dönüştürmüş, dışına ve içine karşı silâhlanmıştır. Diğer yandan, birlikte yaşadığı insanlara hayatı zindan etmektedir. Ruhunu daralttığı için karşısına çıkan, birlikte yaşadığı insanlara karşı güven duymaz. Ruhun o güzelim şanslarından (Zufälligkeiten der Seele) mahrum bırakmıştır, kendini. O şanslar, kendini kasıntılı gergin bir havadan kurtarabilmek için gereklidir oysa. Gergin olmak, iç dünyasında kalın duvarlar oluşturur, olabileceğini olamaz, öğrenebileceğini öğrenemez olur: Öğrenme olanaklarından (Belehrung) yoksun kalmıştır, kendi olmadığımız şeylerden (Dingen, die wir nicht selber sind) öğrenemez olmuştur. Ne demek kendi olmadığımız şeyler? Öteki olanlar, ötedekiler; “farklı” olanlar, kokuşmamıza yol açan darlığımızın aşılması için gerekli olanlar, yüzleşmemiz gereken bilgiler, dürtülerimizin, iç gücümüzün zenginliğini, yaratıcı âhengini duyabilmek için bilinmek zorunda olanlar… Kendimizi bırakamazsak, gerginliğimizi yitiremezsek (verlieren) öğrenemeyiz.

Gerginlik, belli bir bağlamda, belli bir ölçüde, belli bir nitelik taşıdığında gerekli olabilir elbet, bilgi yolcusu için; özdenetim saplantısının yol açtığı gerginlikse bir yoksunluktur, darlıktır, öğrenememektir.

Bu darlığın içine düşmenin nedenlerinden biri de, insanın içindeki güçleri bilememesi, onları düzenleyememesidir. Örneğin düşünme gücüne kaslarını katamamasıdır; bedeniyle zihnini bir uyum hâline getirememesidir. “[…] açık havada gezinirken doğmayan, kasların da birlikte şenlik yapmadığı hiçbir düşünceye inanmamalı .” (Ecce Homo, “Neden Böyle Akıllıyım”, § 1) Düşünce, bedenle, bedenin içinde yer aldığı doğayla iletişim kurarak, birliktelikler oluşturarak güç kazanır. Ecce Homo, “Neden Böyle Akıllıyım”,§ 9’da şöyle diyor:

Değerlerin yeniden değerlendirilmesi için belki de bir tek kimsede birarada bulunandan çok yetiler gerekliydi; herşeyden önce yetilerin birbirlerini yıkmadan, ortadan kaldırmadan karşıtlığı olmalıydı. Yetilerin sıradüzeni, uzaklık, düşman etmeden ayırma sanatı, hiçbirşeyi karıştırmamak, uzlaştırmamak, kaosun bir eşi olsa da görülmedik ölçüde bir çokluk — işte buydu önkoşulu dürtülerimizin uzun gizli çalışmasının, sanatçılığının…”

Akademisyenin sıkışmışlığı, kokuşmuşluğu, sahip olduğu değerlerden gelir. Değerler zaman içinde, yaşamın sürekli tâzelenen akışında tâzelenmek, yenilenmek, yeniden değerlendirilmek zorunda. Değerlerin yeninden değerlendirilmesi, insanın içindeki güçlerin, dürtülerin (Instinkten) sanatçılığı (Künstlerschaft) ile sağlanır. İçimizdeki güçler, yetilerimizin çeşitliliğini, zenginliğini, onların biraradalığını yozlaştırmadan, karşıtlıklarından yaratıcı devingenlikler sağlayarak ortaya koyabildiğinde, yaşamın canlılığına, içimizin canlılığı ile katılıp, onun bereketini, bolluğunu yaşayabilir, değerlere can verebiliriz: “Benim akıllılığım bu, tek şey olabilmek, tek şeye varabilmek için, çok yerde çok şey olmak” (Ecce Homo, “Çağa Aykırı Düşünceler”, § 3)

Akademisyenin sıkışmışlıktan çıkabilmesinde önündeki engellerden biri “artık ispatlandı, üstesinden geldim böylece, artık hazırım” (das ist nunmehr bewiesen, hiermit bin ich fertig) duygusudur. Bu onu sınıflamalara, kategorileştirmelere götürür. (Şen Bilim § 348) İnandırma, iknâ etme, mantığı kullanma, akademik hayatın önemli süreçleri olur. Bu durum onda darlaşma oluşturur. Kendini koruma dürtüsünü (Selbsterhaltungs Trieb) başarılı biçimde geliştiremez duruma gelir. Gücün yayılmasını hedef alan bu dürtü, sıkıntılı durum (Nothlage) içinde, kendi darlığına tutsak olmuş bu insan tarafından kısıtlanır. Oysa doğada, darlaşmayı, sıkışmayı aşan bir bereket (Ueberfluss), bolluk vardır. İspatlayıp, kapayan, kapanan akademisyen, doğada neredeyse saçmalık derecesindeki (bis in’s Unsinnige) zenginliği, çeşitliliği, çokluğu farkedememektedir.  (Şen Bilim, § 349) kamburları olan, mâneviyattan (tinden) anlamayan, salt dar uzmanlık alanı içinde sıkışmış akademisyen, okumakta olduğu kitapların değeri için Nietzsche’nin sorduğu şu soruyu soramaz: “Yürüyebilirler mi? Hattâ daha fazlası, dans edebilirler mi?”

“Niçin bilim?” (Warum Wissenschaft?) sorusu, “Neden ahlâk var ki?” (Wozu überhaupt Moral) sorusuna geri gider, “yaşam, doğa, tarih, ahlâktan yoksun (unmoralisch) iken”? Bilime imân, “bir öteki” dünyayı(eine andre Welt)  öne sürmekle, olumlamakla (bejahen) gerçekleşebilir. Hiçbir bilim “öndayanaksız” (voraussetzungslose), önceden kabullere dayanmaksızın var olamaz. Bilimde ardından koşulan amaç hakîkate ulaşmaktır, aldanmaktan kaçınmaktır. Hakîkati isteme (Wille zur Wahrheit), aldanmamayı istemedir. Neden aldanmayı istemiyoruz ki? Aldanmanın zararlı, tehlikeli, yıkıcı olduğunu düşündüğümüzden. Bilimse bize aldanmamanın güvencesini versin istiyoruz. Nasıl sağlıyor bilim bunu? Bir metafizik inançla! (ein metaphysischer Glaube) Hakîkati isteme böylece, bir inanca dayandığı için, ahlâksal bir temel üzerinde duruyoruz (— und hiermit sind wir auf dem Boden der Moral) Yaşamdan bu korku neden? Aldanma korkusu, yaşama yakışır mı? Yaşam, aldanmalara açık olmakla yaşanmıyor mu? Hakîkati isteme, gizli, üstü örtük bir ölümü isteme (das könnnte ein verstcekter Wille zum Tode sein) olmasın? Yaşamın aldanmalarla gelişen inişli çıkışlı gidişini yaşam dışı, öte dünyayla, “idealarla”, soyut düşüncelerle tepeden inme “hakîkati isteme” ile kesmeye, bozmaya, zedelemeye, öldürmeye çalışma doğru mudur? Biz bugünün bilenleri (wir Erkennenden von Heute), sıkışmamış, daralmamış akademisyenleri, hâlâ ateşimizi geleneğin ülküleştirici eğiliminden, Platon’dan almamıza karşın, bu yanılsamayı aşmak zorundayız. (Şen Bilim § 344) (Nietzsche, aldanmama kaygısını küçümseyip, yaşama aykırı bulurken, kendisi ülküleştirici dogmaların yarattığı aldanmadan kurtulmamızı öneriyor! İlginç bir durum: Eski aldanmalar yerine yeni aldanmalar koyuyoruz!)

Akademik uğraşın dayandığı metafizik temellerin gözden geçirilmesiyle, akademisyenin darlaşmışlığı, sıkışmışlığı aşılabilir. Kesinlik talebi (Verlangen nach Gewissheit) ile güç kanıtı (beweise der Kraft) ardındadır. Yeterince isteme gücü olmadığı için eksikliğini inanma ile kapatmaya uğraşır. Çünkü, istemenin eksik olduğu yerde, inanç her zaman en fazla arzulanan, en ivedilikle gerekli olandır. (Der Glaube ist immer dort am meisten begehrt, am dringlichsten nöthig, wo es an Willen fehlt.) (Şen Bilim § 347) İç gücümüzün yetersizliği, iç enerjimizdeki noksanlık, zayıflık dürtüsünün (Instinkt der Schwäche) iç dünyamızın yönetimini ele geçirmesine yol açıyor. Zayıflık dürtüsü ise bizi edilgin, kalıplara bağlı kılacak, katı inanmaya götürüyor.

Nedir öyleyse bu sıkışmışlıktan kurtulmanın yolu? Bilimin havasını tanımalı, dönüştürmeli, ona can vermeliyiz, öncelikle. Bilimin havası havadardır, temizdir. Ciddi gücünden, apaçıklığından yola çıkacaktır, bilimin: Orada uçabileceğini görecektir. Bilimin temiz, açık, ciddi, güçlü havası, onu kültürün diğer alanlarındaki o güzelim kanatlarını kirletecek karanlık sulardan alıkoyacaktır. Güneşten değil, güneşe doğru giden ışık ışınları gibiyizdir artık, bilimin havasından süzülen kanatlarımızla; yeryüzüne ışık getiren ateşler gibiyizdir. (Şen Bilim § 293) 

Demek ki akademisyen, bilimin havası, hava olunca, temiz, duru, aydınlık, güç verici olduğunda kanatlarını açabiliyor. Salt, kendi bireysel gücüyle, bu güç nedenli “ciddi”, “aydınlık”, “temiz” olursa olsun darlıktan kurtulamıyor. Yüksek havaya, aydınlık, güneşli temiz “dağ havası”na gerek var. Bu hava içinde içimizdeki güçle, yanlıştan korkmayarak, onlardan öğrenerek, bizim olmayandan, farklıdan, ötekinden, yabancıdan edindiğimiz görgümüzle isteyenlerden (die Wollenden) biri olarak, coşkuyla, dalgalar gibi (Şen Bilim § 310) yaşamın çatlaklarından süzülerek, gizlerini arama sevdalarına katılacağız. Akademisyene bakışımız, onu kavrayışımız kökten değişecek, Nietzsche’nin filozof kavramını yaşayışındaki temel değişiklik gibi: “Yanındaki herkesi tehlikeye sokan bir korkunç patlayıcı olarak filozofu nasıl anladığım, filozof kavramının “geviş getiren” (“Wieder kaeuern”) akademisyenler, diğer felsefe profesörleri bir yana, Kant’ı bile içeren filozof kavramından nasıl derin bir biçimde ayrı olduğu” (Ecce Homo, “Çağa Aykırı Yazılar” § 3) görülünce, Nietzsche’nin gönlündeki bilim havası, bu hava içinde uçan, bir ışık, bir ateş olan akademisyen bir yanıyla anlaşılabilecektir.

Çağımız elbette daha farklı akademik sorunlarla, akademisyen görüntüsüyle karşı karşıya. Nietzsche’nin çığlığı ulaşabilir mi bugünün biliminin havasına? Yürüyebilir mi, dans edebilir mi, uçabilir mi bu çağda akademisyen? Yoksa, çok ayrı bir çağın, çok ayrı bir filozofun, romantik, düş dolu, postmodern zırvalar yaratan sözleri olarak, akademik kalelerin duvarlarına çarpıp, yok olup gidecek midir sözleri?

 

 

 

[1] Şen Bilim § 293’den yaptığım bu alıntıda, parantez içindeki sözcükler benim anlaşılsın diye kattığım sözcüklerdir; yaptığım, yapacağım bütün alıntıların Türkçe’si benimdir, Giorgio Colli ve Mazzino Mantinari’nin derlediği Sämtliche Werke’den alınmıştır.

 

BİLİMİN ŞENLİĞİ İÇİN ŞENBİLİM

Ortaçağ Provence kültürünün ozanları Troubadourların kendi şiir sanatlarına verdiği La Gaya Scienza (Şen Bilim) adını, Almancada "Fröhliche Wissenschaft" olarak felsefe gündemine katan Nietzsche 'dir. Nedir Şen Bilim? Nasıl bir "bilim"dir? Neden "şen"dir?

Gerçeklik, hep bir tavır içinde yaşanır. "Şenbilim" tavrı, hem "şen" oluşu hem bilimselliği içerir. Bir yaşam bilgeliğidir. Yoksunluğun ve güçsüzlüğün deneyiminden gelir. Yaşanan dünya karşısındaki yetersizliğin, güçsüzlüğün, uyumsuzluğun ardından gelir. Derdi, sıkıntısı olanların, egemen görüşten "rahatsız"olduğu, onun yaşamı engelleyici boyutuna başkaldıranların tavrıdır. Bilim şendir, çünkü yaşamdan yanadır; yaşamdan yana olmak sağlıklı olmak demektir. Beden ve ruhça hastalıkların yol açtığı zorluklardan gelen sağlık: Hastalıklardan geçmiş onları değerlendirebilen bir sağlık.

PARODİ PARODİ!

Neresi "bilim", şenbilimin? Şenbilim, "bilim"e yöneltilmiş eleştirel bakışın ardından gelen, deyim yerindeyse, bir "üst bilim" (Metascience!). İnsanın gerçekliği bilme çabaları üstüne yönelmiş bir çaba. Hastalıklardan geçmiş, sağlıkla varılan gerçeklik ilişkisi: Parodi. Parodi, Eski Yunanca bir sözcük; köken olarak para ve aoidê sözcüklerinden oluşuyor. Para edatı, yanında, boyunca, nazaran, hilâfına, tarafından... anlamlarına geliyor. Aoidê: Türkü, şarkı demek. Eğlenceli, alay eden, şaka dolu şarkılardı parodiler. Edebi, "ciddi" bir eserin gülünç biçimde taklidi de olabilirler. Eski dilde buna hezl ya da hezel denirdi. Bir şaka, bir karikatür olarak betimler gerçeği şenbilim. Bilimin bir karikatürü. Alay mı eder bilimle? Aşağılayıcı, iğneleyici bir kopyasını mı çıkarır?

Şenbilim, "düz" bilime saygı duyar. Onunla eğlenmez. Eğlenemez. Hakikat üzerine gerçekleştirdiğimiz her araştırmanın, her kuramın, hakikatin bir kötü taklidi, karikatürü, parodisi olduğunu bilir. Hakikati bulanlara, bulmuş olduğunu savunanlara eleştiri oklarını yöneltir. Mizah yoluyla, hakikat yolculuğu yapanların gözlerini açar. Bir şenliktir hakikat yolculuğu ona; sıkıntılar, hastalıklar, yoksunluklar, uyumsuzluklar yaşamış şenbilimciye hakikat yolculuğu bir şölendir. Bir "hezliyat"tır şenbilim, bir şakadır, latifedir. Hicivdir, taşlamadır. Bu parôidia, parodia demektir: Yol boyunca yürüyüş. (para+hodos! Hodos: Yol!)

Şen bilimi postmodernist bir eğlence, bir "yapısöküm" (deconstruction) olarak anlamamalı. Nietzsche'yi postmodern düşüncenin babası olarak görenlerde böyle bir eğilim olacaktır.

Şenbilim bir "sağlık" arayışıdır. Bu arayış sürekli bir yenilenmeyi, doğuruşu, yaratışı öngörür. Acılardan, sıkıntılardan, doğurarak kurtulmak. Acılardan düşünceler doğurarak. Şenbilim, iyileşenlerin bilimidir; iyileşenlerin sanatı.

BİLGİYLE, BİLİMLE, ŞEN OLMAK

Şenbilim, bilginin sağlık içinde, yaşamla bütünleşerek yaşanmasıdır. Bilginin, dar bir çevrede, belli insanların çıkarlarına hizmet eden, insanları uyutan, onların sırtına ağır bir yük olan, onları belli bir düşünme, yaşama alışkanlıkları içine sokan, bu alışkanlıkların gözlerine ördüğü perde yüzünden, onları kör eden, bu gezegendeki yaşamın gelişip serpilmesine ket vuran bir anlayışla yaşanmasına başkaldıran bir anlayıştır. Şendir, çünkü ciddidir; şendir, çünkü içtendir, sorumludur. Her türlü tembelliğe, kolaycılığa, sığlığa, dargörüşlülüğe karşı çıktığı için şendir. Hayattan, sağlıktan yana olduğu için, iyileşmekten yana olduğu için.

Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Nietzsche'nin gördüğü şenbilim ile yürmibirinci yüzyılın başlarındaki şenbilim, anlamca farklıdır. "Şen" olmak, bilgiyle, bilimle, şen olmak, acılar hastalıklar, yoksunluklar içinde şen olmak, değişim gerektirir.

Şenbilim, dallanıp budaklanan, teknolojiye, piyasa ekonomisine giderek bağlı olan bilimi, hayatı, hayatın bütünlüğüne, genişliğine, yüksekliğine, derinliğine yaklaştırmada, bilim insanlarının tavırlarının oluşmasına katkıda bulunacak.

Bilim olanca ciddiliğiyle sürerken, şenbilim, bir "meta" düzeyde, "üst" düzeyde tavır olarak, bilimle yaşamını güzelleştirecek insanın önemli bir sırdaşı, yardımcısı dostu olacak.

Çanakkale, Eylül 2004

 

18 Temmuz 2023, 11:24 | 306 Kez Görüntülendi.

YENİ KİTABIM: TEZ ZAMANI Çizgi Kitapevi YENİ KİTABIM: ŞİİRİN PATİKALARINDA

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*