TENİ VE CANIYLA TÜRKİYE’NİN UÇURUMUNDA BİR ŞAİR: CEMAL SÜREYA

TENİ VE CANIYLA TÜRKİYE’NİN UÇURUMUNDA BİR ŞAİR: CEMAL SÜREYA

TENİ VE CANIYLA TÜRKİYE’NİN UÇURUMUNDA BİR ŞAİR: CEMAL SÜREYA

                         

Cemal Süreya, Türk şiirinin en naif şairlerindendir: Karacaoğlan kadar, Cahit Külebi kadar. Dünyaya duruşu, hep çocuksu bir sevinçle ama kente yeni gelmiş zeki Anadolu delikanlısı mahcubiyetiyle, dürtüleriyle bütünleşmiş kitap okuyan hınzır masumiyet, ödevini iyi yapan bir memur çalışkanlığı, daldan dala atlayan çılgın bir Dionysos coşkusuyla ateşlenen, Karacaoğlan terbiyesiyle yerinde duramayan fokur fokur bir düşünce dalgalanmaları iledir. Şiirimizin öksüz çocuğudur o, onu öptüğü sevgilileri doğurmuştur; şiirle birlikte doğmuştur o, şiirin ikizidir. Şiir Nâzım’da, Ceyhun Atuf’ta, Arif Damar’da ağabeyidir; Ece Ayhan’da üvey kardeşi olmasına karşın kan kardeşidir, alınyazısı kardeşi; Edip Cansever Eniştesi, Turgut Uyar kayın biraderidir. İki amcası vardır: Oktay Rıfat ve Melih Cevdet. Orhan Veli üvey amcası olur. Oktay Rıfat’tan, birden bireliği, içtenliği, içlenmeyi öğrenmiştir. Melih Cevdet’ten şiire düşünceyi yedirmeyi.

Sevgilisine “onursuzunum senin”[1] derken bile edeplidir. Sanılanın aksine Cemal Süreya şiirimizin en “müeddep” şairlerindendir. En müstehcen olanı en edepli biçimde söyleme ustasıdır: Bayalığa düşmez hiçbir zaman. Örneğin daha yirmi dördünde yazdığı “Hür Hamamlar Denizi”nde Güzin ile Süleyman’ın erotik ilişkisi, Süleyman’ın “garip” bir davranışı ile sonuçlanır.

Erkekler hamamında Süleyman

Az namussuz değilmiş hani

Kalkıp dosdoğru Eskişehir’e gitti

Geçirdiği gibi başına şapkasını

Enflasyon parasıyla otuz lira

Süleyman Güzin’i bırakıp Eskişehir’e gider. Neden oraya? Yenişehir’e gitmez, Süleyman, belki de Hazreti Süleyman’ın genlerini taşır, geleneğe gider, Ken’an İline, Frigya’dan Mezopotamya’ya, belki de İran’a uğrayıp, Güzin’i öpüp, dünyaya döner; Eros, Platon’da olduğu gibi (örneğin Şölen diyalogunda!)  dünya üstü, “idealar” dünyasına götürmez onu: Dünyaya indirir. Güzin’i öper, herhangi bir hamamda değil, Hür Hamam’da; hürdür, yalnız düşüncede değil, dünyada hürdür. Dünyadadır o. Baştan aşağı dünyadadır, Heidegger’in  dünyada olmak (in der welt sein) dediği hâli yaşar boyuna: Her zaman bir kantinde[2], her zaman insanlar arasında, her zaman televizyon açıkken yaşar dünyayı. Yitmez dünyada. Dünyayı hürleştirmiş, dünyayı hamamlaştırmış, hamamı da “deniz”leştirmiştir. Dünya’da, herkesin içinde başka bir yerdedir. Öte şiirdedir![3] Ne diyordu, “Uçurumda Açan” şiirinde:

Aşktın sen gidişinden bildim seni

Neye yarar sağduyuyu aşmazsa şiir

Sağduyuda kalmaz hiç, “sol duyu”dadır belki, kitapları bilir, okur delicesine ama hayat kitaplardan çok ama çok farklıdır: Şiirdir çünkü. Önce şiirdir o, şiir anayasaya aykırıdır,[4] ahlâka aykırıdır, doğanın kendisidir, hayatın kendisi, aşkın kendisidir. Hayat bir kitaptır ama okumaya değil elde etmeye yarar yalnızca! Lavanta şiirinden:

Küçük bir kitaptır yaşamak

Elinde tutmaya yarar.

Daha neye yarar, bu dünyada şiir olup da maliye müfettişi olan? Darphane müdürü olan kaç şiir vardır? (Newton başka bir göreve gelmişti ama şiir değildi!) “İki Şey”de şöyle diyor:

İki şey: aşk ve şiir

mutsuzlukla beslenir biri

biri ona dönüşür

Neye dönüşür, şiir? Mutsuzluğa mı? Şiir mi, aşka dönüşür, aşk mı şiire? Zâten şiir doğmamış mıydı küçücük bir çocukken anasından? Anası ona şiir emzirmemiş miydi: Kürtçe’nin çok uzaklardan ses verdiği o güzelim, o uçarı, o doğurgan, o sevişgen  Türkçe’siyle? Sağduyu dünyasında nasıl mutsuz olmasındı, yüreğinin, vinciyle sevgilisinin alnından, ağzından, kalçalarından, bacak aralarından devşirdiği Türkçe’siyle.

Eros onu tıkamaz. Abanmaz Eros’a. Eros’ta yok olmaz. Eskilerin deyimiyle bir “fenâ fil ferç”, kadınlık organında yok olma budalası değildir. Eros onu sokağa çıkarır. Pencereden bakmasını sağlar. “Heykel” şiirinden:

Ve neden

Kimse

Pencereden bakmıyor!

Sağduyu tutsakları onlar, nasıl baksınlar, gözleri görmek istediklerini görür: Kapılarını, pencerelerini ideolojileriyle çivilemişlerdir. Kızmaz insanlara: Kin yoktur onda, çocuktur çünkü, ustasıdır içlenmek sanatının. Sevgi doludur herkes birbirini sevsin ister.[5]

Sevgisi hesaplı değildir: Maliyecidir ama şiirdir o. Şiirde hesap yoktur: Önce söz gelir şiirde sonra düşünce[6].

Dünyaya doğru gideyim der. Ece Ayhan: “Dünya vaktimi alıyor” derken, onun önünü bir çiçek keser: (Bir Çiçek Şiirinde)

Bir çiçek yolumu kesti!

Yine aynı şiir şöyle biter:

Bir ilkokul bahçesi geçiyordu

Cıvıl cıvıl sulardan

Cemal Süreya, adından bir harf atar, adından sağduyuyu, adından memnuniyeti, adından kendini, adından şiiri, adından ölümü atar cıvıl cıvıl sulara bırakır kendini varoluş hamamından ilkokul bahçesine düşer. Orada düşmüş, orada ölmüş, orada ölümsüzleşmiştir.”Gece Bitkilerinden” şiiriyle fıskiye olur yağar bu yazıya:

An ki fıskiyesi sonsuzluğun

Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Yalnız tek bir şey için sevemez o: Çok şey için sever, sonsuz uzayan bacaklarıyla nice kadınlar sevmiştir çünkü: (San şiirinden 1957’de yazdığı, 26 yaşındaydı!)

Seni kucağıma alıyorum

Tarifsiz uzuyor bacakların

Sevgilisinin bacaklarını izler dolanır Süveyş Kanalını, Afrika’yı, Mardin’i, İstanbul’u. İstanbul bu, durur mu yerinde Vapur olur yıldızlara, sonsuza yüzer. Sevgilisinin sesinde ev dağınıklığı, sevgilisinin sesindeki sessizlikle yunar, arınır, dünyanın kirlenişinden.

GERÇEĞİ KIRMA

 Olağan, sıradan, günlük yaşamı dilinin kırılmasıyla şiir dilini kurar Cemal Süreya. “Göçebe” şiirinin son dizeleri bu kırılmayı anlatır bize şiir diliyle:

Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil

Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi

Ellerim gece yatısına çağrılmış
Ve
Telaşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi

Yüzüm giyotine abone

Gecenin son dönemeci, kırılmasıdır gerçeğin, şiir düzlemine çıkmadır. Artık gün, geçmiş günlerden biri değildir, yeni bir gün, yeni bir dil düzlemindeyizdir artık. Bu yeni düzlemde ancak yüreği olan yürüyebilir. Şiir düzleminde, şiir ülkesinde yürüme gücüne sahipsen, mısraların sağlamdır, “soylu bir demir sesi yükselir”, “balyozla vursan mısralarına”. Günlük dilin tutsaklığından arınmış yeni düzlemde, bir Kafka gibidir, gerçeği yaran, gerçekten kopan. Yüzü artık sürekli değişecek, değişimin giyotini, şairin yüzünü sürekli kesecek, yeni yüzler çıkacaktır, bu kesilen eski yüzlerden. Tıpkı  Gazâlî’nin Basra sokaklarında duyduğu şarkıda olduğu gibi (Şapkam Dolu Çiçekle,Ada Yayınları, İstanbul, 1976, s.90)

Yüzünü her gün değiştirip değiştirip gelmelisin

Başka türlü olmak çok yakışıyor sana.

Şair “başka türlüdür her gün, onun yaşamını şiire dönüştüren giyotine kendi şiir gücüne, abonedir çünkü; olağan dünyayı kırıp, şiir ülkesine çıkanın yüzü, giyotine abonedir. Kırılan gerçekte yürürken, yine “Göçebe” şiirinde olduğu gibi:

Gözlerimin gemileri kuş istiyor

dersiniz; çünkü sözcükler olağan anlamlarından koparılmış, şiir potasında yeniden ergimeye bırakılmışlardır.

            Şiir düzleminden geçirilerek yaşanan yaşamda, “Çakılın içinde/ Damla damla gelişen/Bir ud”u duyar şair. (“Yüreğin Yaban Argosu”) Sağduyu, günlük dilin kırıldığı, yepyeni bir ülkede, sözcüklerden geçilerek yaşanır; çakılın içindeki ud duyulur böylece. Ud sesi sözcüklerde kalmaz; bir yaşantı olarak yaşanır. Kelimeler artık salt kelimeler değildir; “kan” vardır, “kelimelerin altında”.

            Gerçeğin kırılması, sözcükleri bozarak yapılabildiği gibi, (örneğin “Gazel” şiirinde) gerçeğin bilinen yapısını bozarak, örneğin farklı “İstanbullar”ı geminin altına koyarak (Kaynak Dergisinde Ağustos 1954’de yayımladığı “ŞİİR” şiirinde olduğu gibi!)  da sağlanabilir. Orhan Veli’nin geleneksel şiire başkaldıran tavrı, olağan günlük yaşama, günlük dille dönüşü sağlamıştı. Oktay Rıfat, Melih Cevdet bu başkaldırışı özgürleştirip, yeni bir akışa oturtmaya çabaladılar. Cemal Süreya, bu çabaların tıkanmışlığında, daha ilk şiirleriyle gerçeği sözcüklerle, “tavır”la, belli bir ironik, şakacı, güleç tutumuyla kırmaya başlar. “Hamza Suiti”, “Hamza” , “Elma”, “Üçgenler”, “Dalga”, “Kanto”, “Adam”, “Gül” gibi şiirleirnde gerçeğin nasıl kırıldığını görebiliriz. Cemal Süreya şiiri, gerçeğin bu kırılışından akan çağlayandır. Zaman zaman kırılan gerçeğin sağladığı farklı bakış zenginliğiyle yeniden gerçeğe dönülebilir. Türkiye’nin tarihine, Orta Doğu’ya, yaşayan şairlere, siyasal, toplumsal yaşama kırılan gerçeğin sağladığı şiir düzleminden bakılabilir. Bu kırılışı bir örnek şiir üzerinde, örneğin “Gül” şiirini yakından inceleyerek görmeye çalışalım.

            GÜL

Gülün tam ortasında ağlıyorum

Her akşam sokak ortasında öldükçe

Önümü arkamı bilmiyorum

Azaldığını duyup duyup karanlıkta

Beni ayakta tutan gözlerinin

 

Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum

Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz

Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum

İstasyonda tren oluyor biraz

Ben bazen istasyonu bulamayan bir adamım

 

Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum

Her nasılsa sokağa düşmüş

Kolumu kanadımı kırıyorum

Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı

Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene

            Kırılma, daha ilk dizede başlıyor “Gülün ortasında” ağlamak, günlük dilin “sınırları” dışında bir deyişi bu apansız kırılmayı, bir anlamda ödünlemek için, “sokak ortası” sözü atılıyor ortaya ikinci dizede. Gerçekten, birinci dizeyle çıkıp, gerçeğe yeniden dönüşe geçilirken, duruyoruz ansızın: “Her akşam ölmek”, yine bizi olağan dilin alanından, olağan dünyadan uzaklaştırıyor. Üçüncü dize sıyrılıp, ikinci dizeyle döner gibi olduğumuz gerçeğin sınırlarındaki bir bocalamanın ardından, dördüncü ve beşinci dizeler yeniden gerçek ötesi bir alanı geçtiğimizi söylüyor. (Karanlıkta azalan gözler…) Altıncı ve sekizinci dizelerde bocalamadan kurtulup gerçeğe dönüş söz konusu, istasyonda trenin olmasının, bulunmasının “biraz” oluşu, yeniden gerçekle gerçek dışı sınırını belirsizleştiriyor. C. Süreyya sınır durumların insanıdır, istasyonu bulamayan biridir: Durduğu yer belirsizdir. Onuncu dizedeki “bazen” sözü, arada bir istasyonu bulamıyor oluşunu söylüyor. Demek ki bulduğu, gerçeğe çıktığı durumlar vardır. Bu durum gerçeğin kırılmasının tam olmadığını gösteriyor. Şiir düzlemine çıkılıp olağan dil çarpıtılır ama bu dil gene de günlük dille ilgilidir. Gerçekle gerçek dışı arasındaki belirsiz bir alanın, sallantıda olan bir alanın dilidir.  Onbir ve onikinci dizeler de gerçek dünyayı anlatıyor Oysa o sınırdadır: Bir yanı dünyada, (Müfettiş, dergi çıkaran, denemeler yazan biri olarak!) bir yanı şiirdedir.Dünyaya, gerçeğe döndüğünde kolunun kanadının kırıldığını duyar: Gerçekte yaşayan boyutuyla, sözcükler kan olmuş, kıyamet olmuş, bir çalgı olmuştur. Çaresizliğinin bilincine varır:  Sözcükler gerçek dünyada bile, gerçek olmayan dünyayla ilişkidedir Sözcükler şiirle bağlantıdadır. Sözcükler gelir, C.Süreyya’nın üstüne; o gelen sözcükler zurnanın ucuyla karşılanır. C. Süreyya günlük dildeki sözcükleri, şiir imbiğinden süzer; onlara zurnasını uzatır.Gerçek olağan dille, şiir dili arasında zurnadan bir bağ kurulur. Zurnanın bir ucu şiirde bir ucu yepyeni bir çingene olan şairdedir. Çingeneler gibi şen, çingeneler gibi göçer biridir.

Zurna ile yeniler kendini, zurna ile gerçek dünyanın sıkıntılarını dağıtır. Olağan dil ile şiir dili arasında yepyeni bir bağ olur zurna: Zurna hem gerçeğe hem şiire çalabilir. Zurna bir bağlantıdır ama şiir düzleminin ya da şiir dünyasının yarattığı bir üründür. Zurnayı şiire uzatan şair, hep yenidir, hep devingendir, hep hareket halindedir. Zurna bu şiirde gerçeği kırandır. Bundan dolayı bir yanı kırdığı gerçek ile bir yanı da şiirle bağlantılıdır. Zurna, şiir dünyasından çıkar, gerçekteki C. Süreyya’nın dudaklarına konar. Şiirin dünyası, bir zurna olarak, şairin ellerine, dudaklarına ulaşır.

KIRILAN GERÇEKTEN SEVİŞEN BEDENE, BEDENDEN TOPLUMA

Dil kırılmış, artık kırılan dille yaşamaktadır beden. Cemal Süreya, kendi bedeni üstünde durmaz pek, narsisist bir tavır çok vurucu bir biçimde görülmez onda, sevgilinin bedenine yönelmiştir şiir enerjisi: (“Aşk” şiirinde olduğu gibi örneğin)

Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde

Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra

Sonrası iyilik güzellik.

“İyilik güzellik”le geçiştirilen kendi bedenin ortaya çıktığı, etkin olduğu durumdur. Memeler, kahramandır; etkin olan onlardır çünkü, iki beden arasındaki aşılması zor boşluğu doldurmuşlar, şairin bedenine uzanmışlardır.

Bedenler arası ilişki kendiliğinden, birden bire engelsiz değildir. Toplumun baskısı, sevişenlerin düşünce, duygu dünyaları engellerle döşer bedenler arasındaki yolu:

Yine de sevişirken

Kullandığımız her kelime

Hırsızın devirdiği eşya.

                        (İşte Tam Bu Saatlerde)

Bir çalma duygusu, bir yasak bedenler arasına girer. Kadın bedeni kahraman, kadın bedeni küçük, zayıftır bir açıdan:

Bir kadının yüzü avucum kadar

                        (Dalga)

Sen el kadar bir kadınsındır

                        (Balzamin)

Güzinciğim ufak bir kadın bir öpüşlük canı var

                        (Şiir, 1954)

 

“Bir öpüşlük can”ı olan kadın, etkindir, güçlüdür: Tozunu atar Cemal Süreya’nın

Bir kadın canıma mercan sokuyor

Dayamış ağzıma memesini;

Bir tel uzayıp gidiyor saçlarından

Damağına muhabbetle gömülmüş dişleri

                                   (Kişne Kırazını ve Göç, Mevsim)

Damağına muhabbetle gömülmüş dişleriyle kadın, gücünü hep duyurur ama elbette ısırmaz, savurmaz, kahretmez. Soyunur, etkiler, diğer erkeklere kapamaz kendini, sınırlandırılmış toplumsal rollerin üstüne çıkar, “insan” olur.

Sen kadınsın ya büsbütün soyunuyorsun

Sana vergi, atılacak her seyi kolayca çıkarıp atmak

Öptüğün gibi dünyanın bütün adamlarını bu arada beni

Uzanıp öpüyorsun ya atları çırılçıplak

Ne oluyorsa iste o zaman oluyor.

Sen ağzını ilave edince atlara

Birdenbire oluyor bu, şaşırıyoruz

Korkunç bir güzellik halkların havasında

Birden ötesine geçiyoruz varmak istediğimizin

Ayır ayırabilirsen hangimiz kadın, hangimiz erkek

                                   (TK)

Kadın öylesine güçlü ve bağımsızdır ki dünyanın bütün adamlarını öpebilir, atları öptüğü gibi: Atlar: Cinsel dürtülerdir, tenden gelen, cana ulaşmış heyecanlardır. Bu ten heyecanlarına katılınca, kadının ağzı, sözü, düşüncesi, canı katılınca sevişmeye, toplumsal bir dönüşüm yaşanır: “Halkların havasında” “korkunç bir güzellik ortaya çıkar. Kadının teninden, canına, canından halklara, insana varılmış, artık toplumların geleneksel “kadın-erkek” ayırımı ortadan kalkmıştır. “Yazmam Daha Aşk Şiiri” şiirinde:

Kan kadını rüzgarda atların

Hep andım ne yaşanır olduğunu

derken, kadının gücünü şaşırtıcı biçimde vurguluyor: Kan verendir kadın. İlk dize değişik biçimlerde okunabilir, örneğin:

Atların kan kadını rüzgardı

diye okursak kan veren,can veren, yaşam dürtülerinin kaynağı olan kadın rüzgâr gibi eserdi, anlamına gelebilir bu dize. Aynı dizeyi sözcükleri birbirine katarak şöyle de okuyabiliriz

Kan-atlarının kadını rüzgârdı

Kadın kanattır,attır, rüzgârdır, sevişince onunla, şu dizelerle ortaya çıkar aynı şiir:

Ah şimdi benim gözlerim

Bir ağlamaktır tutturmuş gidiyor

Bir kadın gömleği üstümde

Günün maviliği ondan

Gecenin horozu ondan

Kadın erkek karışmıştır, kanatların kadının rüzgârı şaire vurmuş, onun dürtü yüklü erkekliğini sarsarak, ağlatmıştır onu: Bir kadın gömleğidir artık üstündeki, gece bitmiş, gün ışımış, bir önceki “gecenin horozu” olan şair, toplumun ona yüklediği horozlukla, kadının bir rüzgâr olduğunu ona duyuran bilinci ve vicdanı arasında sıkışmıştır: Aşk salt dürtülerle yaşanamaz artık, bir kişilik tensel bir hazza sıkışmışlık değildir; bir kadını sevmek, o kadındaki toplumu, o kadındaki ülkeyi, kenti, doğayı sevmektir:

Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
Vapurdaydık vapur kıyıya gidiyordu
Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
Uzanmış seni usulca öpmüştüm
Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.

(Güzelleme)

Nasıl sevilir kadın? Nasıl bir aşkla? “Bence şiir ve aşk; bunların ikisi de gayri-meşrudur. Meşru duruma gelince ikisi de biter” der, bir konuşmasında.[7] Aşk bir isyandır, dünyanın değişmesi, değiştirilmesi için bir olanaktır.

Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.

(Beni Öp Sonra Doğur Beni)

Her sevgilide yeniden doğmak, sevgililerin doğurduğu bir dünyada olmak: Yıpranmış, kokuşmuş olanın sürekli doğumlarla aşılmaya çalışıldığı bir dünya tasarlamak: Aşkın doğurma gücüdür bu. Dönüştürme gücüdür. Aşk, geleneğe, topluma aykırıdır, ne ki tümüyle doğa değildir, kültürle de birleşir:

Aşktın sen, kokundan bildim seni
Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu

(Uçurumda Açan)

            Gül, gelenektir, kültürdür. Aşkta ahır kokusuyla gül kokusu birleşir. Dürtülerin doğallığı ahırla simgelenir, doğal dürtülerle, insanın düşünme, duyma gücü ortak bir zeminde buluşunca:

Bir kez daha diyeyim: Özenle katlanmış bir mendil gibisin
Sil beni n’olur kırk yıllık kirim pasım gitsin.

(Gitsin Efendim)

            Aşk bir “özen”e dönüşür; sevgili “ihtimam”la titrer üstünüze, siz temizler, aklar. Aşk, ahırdan güle, gülden şefkate geçmiştir. Aşkın bu dönüşümleri, sürekli bir devinim içinde, sürekli tâzelenmelerle gerçekleşmelidir.

İnan Selimiye'nin minareleri gibisin
Her seferinde başka yoldan çıkılır nirvanaya

(Roman Okudum /Seni Düşündüm)

Aşk merdiveni “yüksek”lere çeker insanı; hep aynı yoldan değil ama farklı yollardan, sürekli dönüşüm içinde olarak. Nirvanaya çıkılan minare merdivenleriyle çıkılan doruklarda, bir süre huzura kavuşulmaz değil:

O düz ve yeni yaklaşma seviştikten sonra,

El ele yürürsünüz daracık odalarda;

Bilinçle kazılmıştır bu sevda,

Su akar kan yerine damarlarında

Bedeninden

barış

akan

bir

zürafa

(Şarkı)

Ahır, gül, bilinç sevdanın böyle bir merdiveni de var çıkarsanız “bedeninden barış akan bir zürafa” sizi bekler. Aşk sürekli patlamalarla yaşanmaz, huzur zürafaları da dolanır aşkta. Huzura vardıran taşkınlık nedir, huzur öncesi taşkınlık nasıldır?

Harara tıkılmış pamuk
Dipten oynayan dalga
Gül ki bardakta durmaz
Kamış ki kamaşmakta
Kamış ki kamaşmakta

--------------------------

Bin yıllık aboneyim sana
Seviyorum seni taşıran damla

(Taşıran Damla)

Ahırdan gelen bir feryâd, toprağı sarsan bir mağma, “dipten oynayan dalga” dır aşkın fırınını kızdıran. Gül (kadın, kadınlık organı) kamış (erkek, erkeklik organı) gül ile kamış arasında çekim başlar, gül bardağa sığmaz, kamış kamışır: Erotik enerji, libido, taşıran damla olur, taşılır. Hiçbir pamukla kapatamazsınız taşkını; bedenler devinime geçmiş, yanardağ patlamıştır, ahlâk engelleyemez bunu, anayasa engelleyemez. Kamış, gülün içini gökkuşağıyla doldurmak ister:

Sevgilim bilemem sesimi duyuyor musun
Bir gökkuşağıyla doldurmak istiyorum içini.

(Oteller, Hanlar, Hamamlar İçin Sürekli Şiir)

Gökkuşağı doldurulamazsa, bitmez yaşama sevinci, en azından yaşama sevinciyle dalga geçme sevinci bitmez.

Karnemde sevinç bir aşk iki.

(Karne)

Ne ki karneyi alan da veren de âşıkın kendisidir. Her zaman aşkta sınıfını geçer Cemal Süreya ama devletin okullarında değil, şiirin okullarında. Sevgilisinin erotik yerlerini çarşılara benzetir, yaşama sevincinin, kalbinin attığı, olağan kalabalık, cıvıltılı yaşam alanlarına:

Önü
Kapalı çarşı;
Arkası
Mısırçarşısı.

(Nü)

Aşkı bir çoğulluk olarak, halk içinde, toplum içinde yaşar ama o ahırın dürtüsü dehşettir: Sevgili cüzam olsa da tene olan ilgi silinmeyecektir:

Git istersen cüzam kap bir yerlerden,

Görmek istersen, nicedir tutukunluğumu

(Banko)

Tutku, aşkı yaşayanı kültürden yalıtmak ister:

Yıkıcı bir aşk bu,
Yıkıyor milletin ortasına
Tutku yükünü

----------------------

İşgalci bir aşk bu,
Samanlık sevişenin diyor
Başka şey demiyor.

                                    (Bu Bizimki)

Tutkunun savuruculuğunu nasıl yener? Kültürünü, dilini, ülkesini severek mi? Elbette. Biraz. Kendini, garip, yoksul duyması, tutkuya, tutkuyla direnmesi ilginçtir. “Ülkemizin en yoksul üç şairinden biriyim” der.[8]

 

Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

(Eşdeğeriyle Yan)

“Akıp giden sokaktan” başka bir şeyi olmayan şairin sevgilisi de gariptir, yoksuldur:

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız

(Aşk)

            Yoksulluk sevdânın dangalağı olmaktan kurtarır bizi, yoksul olduğumuz için sevişiriz, tutku cenderesiyle tenlere sıkışmış olarak değil, dört nala, günlerimiz kısa olduğu için. Günlerimizin kısa olduğunu anlamak, hayata derinlemesine bakabilmekle, kültürle, tarihle, toplumla birleşebilmekle olanaklı:

Yoksuluz günlerimiz çok kısa
Dört nala sevişmek lazım

(San)

            Yoksul bedenleri birbirine bağlayan aşk, coğrafyayı aşarak mimârî bir anlam da taşıyabilmektedir. Bir bedeni, bir canı, diğer bedene, diğer cana bağlayan nedir? Cemal Süreya buna “berzah” diyor: Berzah(isthmus), bir coğrafya terimi olarak iki büyük kara parçasını birbirine bağlayan dar kara parçası anlamında kullanılıyor, kabaca söylendiğinde. Örneğin yarım adayı kara parçasına bağlayan dar kesime berzah diyebiliriz. Berzah ayrıca vücudun bir bölgesindeki dar kısımlara da denebiliyor. “Burkulmuş Altın Hâli Güneşin” şiirinde şöyle diyor:

Evet sevgilim, vücutlarımızın arasında binbir titizlikle kurduğumuz berzah,

coğrafya anlamından taşmakta ve mimari bir olanak halinde

uzanmakta şimdi


yarının çocuklarına,

yırtılan ipek sesiyle

Sevişme, kendilerini dünyanın pılı pırtısıyla doldurmayan yoksul insanların bedenlerini, canlarını, birbirine bağlayan “ince” bir bağdır, bir berzahtır. Bir berzah olarak sevişme kültürü de taşır: Yalnız “şimdi” de sıkışmamıştır sevişenler, insanlığın binlerce yıldan beri geliştirmekte olduğu uygarlığı, “mimârî”yi, geleceğin çocuklarına aktarma gücüne de sahiptirler. Sevişme, iki bedende insanlığın ortaya çıkmasıdır: Dünyayı değiştirme çabasıdır.[9] Bedenler arasındaki “berzah”, kimi zaman bir uçuruma dönüşebilir.

Seviş yolcu büyük sözler söyle ve hemen ayrıl

Uçurumlar birleştirir yüksek tepeleri

(Seviş Yolcu)

            Sevişme “yüksek tepeler” arasında ise uçurumlar yaratır. Dünyanın dönüşmesi, bedenler arası berzah ya da uçurumlarla gerçekleşebilir. Uçurumlar berzaha, berzah uçuruma dönüşebilir.

            Aynı masada, diğer insanlar arasında otururlar sevgiliyle, uzaktan bakışılır, iki ses, iki bakış gelişir, berzah kurulur. (“Üzerinde Sevişmek” şiirinde işlenir, böylesi berzah oluşumu!) Sonra berzah aynı şiirin sonunda imâ edildiği gibi dağılıp, yok olabilir: Artık sevgililer arasında ne berzah ne de uçurum kalmıştır.  Bedenler birbirlerine yabancıdırlar, unutuş başlamıştır. Masada, konuşmalar, insan görüntüler arasından onların üzerinden, tenler birbirine değmeden de sevişilebilir: Topluluk, toplum, kültür bedenleri bağlayabilir birbirine ama ayırabilir de:

Sivri topukları nasıl ortasına

Gömülmüştür belleksiz halıların

“Belleksiz halı”, bedenler arası bağı, berzahı yadsıyan toplumdur: Bedenler aynı halı üzerindedir oysa, halı belleksizdir, bağ oluşturmaz bedenler arasında. Kadının sivri topuklu ayakkabıları gömülür kalır halının içine, erkeğin ayaklarına, tenine ulaşamaz.

Sevişme, toplumu, kültürü, siyasayı da kapsayarak her zaman bedenler arasında bir “birleşme” olmayabilir; ayrılmalar, kopmalar, unutmalar da sevişmeye dahildir.

CEMAL SÜREYA’DA TÜRKİYE

Cemal Süreya’daki Türkiye, Türkiye’deki Cemal Süreya kadar dikkat çekicidir. Türkiye’deki Cemal Süreya, aşkları, düşleri Türkçe’yle olan ilişkisiyle, çevresine, toplumuna, kültürüne son derece duyarlı bir bürokrattır.  Karşılaştığı insanları şiirleriyle, çizgileriyle resmeden, kırılgan, sıcak bir insandır. Mülkiyelidir ama başında kasketi hiç çıkmamıştır: Bu topraklarının insanlarını kucaklayan bir bakış hiç eksik olmamıştır şiirlerinden: Mezopotamya, Frigya, Osmanlı, Cumhuriyet onun “celâli” kaleminde türlü yorumlara bürünür. Şiir yayımlamadığı, kendini sorguladığı kimi dönemlerde bile, Türkiye’de yaşadığı gerçekliğe diliyle, duruşuyla yaklaşımı, söz söyleme gücünü, sürekliliğini azaltmamıştır. “Hesaplı” bir insan olmamıştır Cemal Süreya, kuramlar, özentiler üstüne kurmamıştır şiirini: Denemelerini de. Sahici

bir insandır, ne yaşamışsa onu yazmıştır. Ne duymuşsa. Sloganlara, sözde etkileyici söz oyunlarına, “sözcük şaklatmalara”, retorikle boşluk kapatmaya uzak kalmaya çabalamıştır. Naif bir kabadayıdır o: Sesinde çocukların cıvıltısı vardır, korunaksızdır; sarsılmaya, yaralanmaya açmıştır yüreğini: Edepli bir asidir ayrıca, celâlidir çünkü.

                       Şelaleye

                 Düşmüştür

         Zeytinin dali

                                    Celaliyim       

                                               Celalisin

                                                           Celali

                                                           (Kısa Türkiye Tarihi)

Bilge bir insan olmaya çabalar, yanlışlarından, eksikliklerinden öğrenmeye çalışarak:

           

Sen ki

            Ayı Hügo’dan zararsız Mallermé’ye kaçık Artaud’ya kadar

            bir şeyler okudun biraz. İyi

            İngilizlerden de saymayı öğrendin biraz. O da iyi.

            Ağzında bir tatil gevezeliği

            Alnında bir ayazma serinliği taşıyan

            Bir kadını sevdin çok. O belki daha da iyi.

            Ama ne yap biliyor musun?

            Şu eski adresini değiştir artık

            On yıldır bilgeliğini tüketti.

                                               (Bir Kentin Dışarıdan Görünüşü)

Adresini sürekli değiştirmiştir. Dilinin altında yatan yaşamla. Onun dili boşlukta durmaz. Frigya’da, Rum ülkesinde bir buluttur, altında bu topraklarda ki yaşam vardır. Dil, yaşamdan kopuk, boş tınlamalarla taşınmaz şiire. Cemal Süreya vardır, kelimelerin ardında.

            Nasıl durur Türkiye’ye? Nasıl bakar?

                        Ne demiş uçurumda açan çiçek                                

                        Yurdumsun ey uçurum

                                                           (Uçurumda Açan)

            Uçurumda açan çiçek olarak bakar yurduna. Adresini sürekli değiştiren, kendini yenilemeye çabalayan söz eri, şiir yontucusu olarak, uçurumların insanıdır. Kokuşmuş alışkanlıkların getirebileceği sağlam zeminlerin insanı değildir. Dünyanın başka türlü olabileceğini, sağlam bildiği yerlerin apansız yarılabileceğini bilerek yaşamak: Bürokrat zeminde sözde sağlam bir ortamın ironisiyle! Uçurumun  dehşeti, güvensizliğini, korkusunu üzerinden atmış, uçurumu benimsemiş, orada bulunmayı bir yaşam biçimi olarak kabul etmiş bir uçurum çiçeğidir Cemal Süreya. Uçurumdan, sevgililerin tenlerinden canlarından geçerek bakılır dünyaya Türkiye’ye. Kaynayan bir Türkiye’dir gördüğü, Devrim için henüz vaktin gelmediği:

            Deve, devenin üstünde tabut, biri çekiyor deveyi

            Üçü de Ali: deve, deveyi çeken ve tabutun içindeki

            Çılgın gibi koşuyorum köylerden şehirlere

            Başını kıyılara vura vura ilerleyen bir insan seli

                                               Diyor ki değil daha

                                               Vakit var daha

            Üçün bir, birin üç olduğu “teslis”le, Hz.Ali geleneği içinde Anadolu insanının acısı vurgulanır. Ölüm, zulüm, acı gitmeyecektir bu toprakların üstünden “Bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında” diyen şair, umuda bir güvercin yollayacaktır.    

                        Bir güvercin ben öldüğüm zaman

                        Nice hüzünlerden yaprak yaprak

                        Bir güvercin ben öldüğüm zaman

                                                           (Az Yaşadık da)

            Ölümlerin ardından güvercinler havalanır, bu topraklardaki yaşamı geleceğe taşır. Ezilen kadınların, “Ödevleri yenilmek olan” (Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm” şiirinde!)kadınların ülkesinde, nereye gitse yapayalnız olan, (“Biliyorsun ben hangi şehirdeysem/Yalnızlığın başkenti orası”-Göçebe) uçurum çiçeği Cemal Süreya, düzene, bürokrasiye, satır aralarında, edepli isyanıyla karşı koyar.

            Türkiye ‘deki Cemal Süreyya ölmüştür belki, ten olarak, Cemal Süreya’daki Türkiye hâlâ yaşıyor: Yaşıyor ki, şiirlerinde saklı olan bu ülkeyi göremedik yaşam gözüyle hâlâ.

            Şairlerini, yorumcularını bekleyen şiirleriyle güvercinler uçurdu pencerelerimize, perdelerimizi açıp görmek gerekiyor.

 

 

                                                                                                                                

 

 


[1] Sevda Sözleri, Yapı Kredi Yayınları, s.160

[2] Cemal Süreya, Şairin Hayatı Şiire Dahil, Feyza Perinçek, Nursel Duruel, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1995 s.68

[3] Öte şiirde

   Batar çıkar sözcüklerimiz

 

  “Sözyitimi” şiirinde böyle diyor.

[4] “Şiir Anayasaya Aykırıdır”4. Papirüs, Mayıs, 1961

[5]“Başka sanatçıları sevmeyen, hiçbir hayranlık duygusu kalmamış bir sanatçı artık ölmüş bir sanatçıdır. Ne yazık ki   edebiyatımızda nicedir böyle bir durum var…Kısaca, hepimiz kötüyüz. Sevmiyoruz birbirimizi iki yüzlüyüz. Bu durum günümüz edebiyat ürünlerinin üretici bir ortak deviniminin sonucu olmasını engelliyor.” Cemal Süreya, “Edebiyat Sevgisi”, Uzat Saçlarını Frigya, Yön Yayınları, İstanbul, 1992, s. 5

[6] Yeni İnsan, Aralık, 1963

[7] Cemal Süreya, “Güvercin Curnatası”, Konuşmalar, Soruşturma, Yanıtları, Hazırlayan, Nursel  Duruel, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2. Baskı, 2002, s. 112

[8] a.g.y.s.121

[9] a.g.y.s.120

23 Eylül 2024, 21:49 | 89 Kez Görüntülendi.

Yazı Detay Reklam Alanı 728x90

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*