ARDIMDA ŞİİRİN IŞIĞI

ARDIMDA ŞİİRİN IŞIĞI

ARDIMDA ŞİİRİN IŞIĞI

 

 Her şey yerli yerinde.

 

 Yine de yakınlarda o bilinmeyen

                                                Telâşlı bir kuş gibi.

 

 

Bu dizeler Fransız ozan Marie-Claire Bancquart’a ait. Ben, biraz da yorumlayarak çevirdim.[i] Bu dizeleri şiirin kaynağını anlamada önemli ipuçları olarak anlıyorum. “Her şey yerli yerinde” ile başlıyor şiirin kaynağına yolculuk. “Her şey yerli yerinde” bizi olağan yaşamın dışına taşıyan bir temel şiir öncesi karşılaşmayı dile getiren söz. Bu yaşantının mistik renkler taşıyan farklı bir boyutunu Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Herşey Yerli Yerinde başlıklı şiirinde görebilirsiniz. Bancquart bu sözleri Kitapların Yalnızlığında Yürüyorum adlı şiirinde söylüyor. Deneyim, kitap ötesi, söz ötesi bir deneyimdir. Şiir dille başlamıyor.[ii] Sözle de. Sözü bu yazının bağlamında herhangi bir ifade anlamında yorumluyorum. Bakış, duruş, jest, susuş… birer sözdür. Çağımızda ‘beden dili’ bir sözü söyler. Söylenendir, söz. Söylenen ise dille olabildiği gibi dil dışı da olabilir. Şiirin kaynağında, kökeninde bir soy ağacı çizilip genealogie’si soy kütüğü çıkarıldığında, orada insan denen canlı türünün bio-noetik yanıtı görülebilir.

Ne demek bio-noetik yanıt? Yeni kavramlara gerek var, bu noktada. Yaşam gelir. Gelmek üzere olan, olmak üzere olan (à venir) bir süreci duyabilirsek, yaşam gelir. Gelen yaşama kendimizi tutabilirsek yaşam gelir.

Yaşam gelmiyorsa şiirin pınarını duymuyoruz, demektir. Elbette pınarsız, sözde şiir de yazılır. Yazılıp duruyor. Ona manzume demek yaraşır.

—Yaşam geliyor mu bana usta? —Sen gidemiyorsan ona, o sana nasıl gelsin? Üstüne gitmeseydik, üstümüze gelebilir miydi, hayat? (Yaşamla hayat farkını soracaksın: İnşâ edebildiğin, etmeye uğraştığın yaşama hayat denir.) — Peki, gelen yaşamı nasıl anlayacağız? — Bu sorun, anlamakta olduğunu gösteriyor. Biyolojik olarak mevcut olmak, günü birlik yaşam içinde koşuşturmakla gelen yaşamı yaşayamazsın. — Peki, neyi yaşarım? —İten yaşamı, yaşattıran yaşamı, yemek yedirip seviştiren yaşamı, sürüye katılıp yaşayıp gidilen yaşamı. —Bu elitist bir bakış olmuyor mu, usta? —Neden öyle olsun ki? Yaşamak, bir zanaat. Bir sanat. Bir emek. Bir eylem. Yaşantıları süzebilmeyi, düşünmüşlüğü gerektiren bir çaba! Bu çabayı gerçekleştirenlerle gerçekleştirmeyenler hiç bir olur mu? — Alt tarafı bir şiir yazacağız, karşımıza ne icatlar çıkarıyorsun, usta? — Şiirin ‘alt tarafı’ olmaz. Kendini yaşama tutamayandan şair olmaz. —Zen rahipleri gibi kapalı sözlerle üfürüyorsun, usta. —Senin kalın kafana sokmak için örnek vereyim, öyleyse. —Örneksiz konuşma usta, somut konuş. —Serin bir vadidesin, rüzgâr esiyor. Tut kendini rüzgâra. Bırak kendini yele. Yaşam, bu anlamıyla bir yeldir. Bırak kendini. —Atsak olur mu, kendimizi örneğin pencereyi açıp yaşama? —At kendini yaşama. Tut kendini yaşama. Denizin dalgalarına kendimizi tutar gibi. Bırak çarpsın. Bırak savursun. —Senin tuzun kuru galiba usta? Kahrolası hânede evlâd-ı ıyál var. Nasıl bırakabilirim? —Önce söyle bana, ey şiir geçirmez, kalın ruh! Gelen yaşamı duyuyor musun? Yaşam sana geliyor mu? —Yoo, hep gidiyor. Ben arkasından koş Allah koş! Yaşam önde, ben arkada. Hiç gelmiyor, hep gidiyor. —Demek, beklemeyi bilmiyorsun. Beklemenin dışında kalırsan ulaşmanın dışında olursun.[iii] —Türkçe konuş, usta! —Kendini, gelen yaşamı bekleyecek biçimde dönüştür. —Mistik sözler bunlar, usta. Sana kim usta demişse artık, ne demek dönüştürmek? Bâri oku, üfle de dönüşelim. —Bana, usta diyen sensin. Soran da sensin. Ben sana bir yaşama duruş olanağından söz ediyorum: Yaşam, bize gelebilir. Beklemeyi, beklerken kendini hazırlamayı bilirsen! —Edilgenliği mi öneriyorsun? Ne diyorsun sen usta, içimde şiirin ateşi var benim. Yanıyorum usta, bekleyemem. —Otobüs bekler gibi beklemeyeceksin. Yaşamı bekliyorsun. —Nedir yahu Godot’u mu bekliyoruz! —Şiiri. —Yok, yahu benim sabrım yok! —Sıkma kendini tut, kendini yaşama. Ellerini suya tutar gibi. Bu, seni yaşamın titreşimini duymaya götürür. Korkma işinden, gücünden de olmazsın.

Pınardan şiir böyle yazılır. Pınara vararak. Pınarı vurarak. Elbette pınarın bir vehim olduğunu, söylediklerimizin karanlık bir şiir kuramından başka bir şey olmadığını buyurabilirsiniz. Bir seraptır belki pınar, şiir çölünde. Bir görüştür. Kolayca yadsınabilir. Şiir büyük bir yadsıma değil midir?[iv] Şiir yolcuları, yollarını engel olacak şiir bozan dünyayı yadsımıyorlar mı? Ey şiir yolcusu, engelinsem yadsı beni!

Şiirde dünya yerinde değildir.[v] Şair dilin dışındadır.[vi] Bütün bunlar, şiirin bio-noetik bir yanıt olduğu savı için ipuçları. Açmayı sürdürelim.

Gelen yaşamı fark ettiğinde insan sarsılmış olmalı. Şiir duyarlılığı olanlar, şiir duyanlar, gelen yaşamın bedenlerine dokunduğunu hissettiklerinde yaşamın altında kalmamak için gelen yaşama gitmeye karar verdiler. Belki de bu, “akılla” verilen bir karar değildi, dürtüsel bir yanıtlamaydı. “Yaşam! Ben buradayım! Yanıtı. Bu duyuş ve yanıt, yaşamda kalmanın bir parçası değildir. Şiirde dünya yerinde değildir! Gelen yaşamı duydunuzsa Bancquart’ın dediği gibi “o bilinmeyen” (L’inconnu) telaşlı bir kuş gibi kıpırdanmaya başlar. O bilinmeyen sizi harekete geçirir. Gelen yaşamdır, o bilinmeyen. Dilden öncedir. Dilin dışındadır. Kavramsal bilginin dışındadır. Bedeninizde bir sarsıntı olarak duyulur. “Tüyleriniz diken diken olur.” Bilinmeyen, bedeninizden canınıza doğru yürür. Canınızın içine doğru! Gelen yaşama kendinizi tutar, gelen yaşamı karşılamaya çalışırsınız.

Bakın, bütün bunlar söz öncesi, dil öncesi yaşantılar. Şiirin kaynağı, kökeni, pınarı oradadır. Bilinmeyen telaşlı bir kuş olarak harekete geçmiş, yerli yerinde olan her şeyi dönüştürmeye başlamıştır. Yaşamla karşılaşma, şiir duyar bir can için bedeninde ve canın içinde bir dönüşümün başlaması demektir. Bios’umuz, biyolojik yanımız, bedenimiz, gelen yaşamı duymuştur. Söz ve dil öncesi gelen yaşamı karşılamıştır. Gelen yaşamı bekleyebilme donanımıyla, gelen yaşama gidebilip onunla karşılaşarak bedenine, yaşamla ilgili anlamı katmıştır. Beden, yaşamı körü körüne yaşamanın ötesine geçmiş, canıyla etkileşime geçmiştir. Yaşama böylesi bir karşılaşma içinde duruş, biyolojik odaklı söz ve dil öncesi bir anlamın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu anlam, beden ve can bütünlüklü bir duruşu işaret eder.[vii] Bedenin bir çığlığıdır belki, varlığa karşı. İşte bedenle ilgili olduğu için bio, anlamla ilgili olduğu için de, noetik yanıt dediğim budur. Bu, bir ‘buradayım’ yanıtıdır. Bir ifade, bir kelâm, bir söz, bir dilsel süreç değildir. Bedenli canın bir yanıtıdır. Neye? Bir yanıtsa sorusu nedir? Sorusu, yanıtın içindedir. Daha önceki çalışmalarımda dile getirdiğim gibi, mağarasında, karnını doyurduktan sonra yıldızlara, çevresine bakarak attığı çığlıkla bu yanıt kendini ortaya koyar. Artık, dünya bu çığlığının ardından eski bir dünya değildir. Her şey yerli yerinde değildir, artık. O bilinmeyen, şiir yaşantısının kökenlerine doğru ‘telaşlı bir kuş gibi’ uçmaktadır. O bilinmeyen, bir yaşam karşılama yaşantısı olarak şiirin pınarındadır. Şiir, Heidegger’in dediği gibi tüm sanatların kökeninde olduğu için insan şiir pınarı yaşantısı ile sanatın başlatıcısı durumundadır, artık.

Şiir, dolayısıyla sanat, dil ve söz öncesinden geliyor. Karşılaşma yaşantısıyla. Karşılaşma, yaşamla karşılaşmadır. Gelen yaşamı karşılamadır. Gelen yaşamın karşılanması yaşama gitmekle oluyor. “Gitmek”, yaşamı hayat olarak yaşamaya başlamak demek. Hayat, inşâ etmeye çabaladığımız yaşamdır.

İşte, bio-noetik yanıtın verildiği karşılama yaşantısı, şairin (sanatçının) ardına şiir ışığının düşmesine yol açıyor.[viii] Şiir ışığı şairin hep arkasındadır. Şair bu ışıkla görür hayatı. Ardına dönüp ışığı göremez. Dönerse ışık yeniden arkasına düşer, şairin. Belki de bu ışık Bancquart’ın o bilinmeyeni (L’inconnu) olabilir, kim bilir?

Ardındaki şiir ışığının farkındadır, has şair. O ışığı yitirmek istemez. Ardındaki ışıkla yürür hayata, ışık şairin canına işler. Canına düşen ışık, onu sözle, dille bağlantı kurması için uyarır. Şair hayatı önüne alarak hayata doğru yürüyerek ardındaki şiir ışığını canında yoğurur. Bu ışık, onun canevine düşer.[ix] Canevi, canın içindeki ve dışındaki sonsuzluğa açılan kapısıdır. Bu kapı, canın anlatma, söz söyleme isteğiyle eşiğine varabildiği kapıdır. Kelimelerle söyleyen bir can olarak şair, can evinin kapısına vardığında içinde bir söz sarmaşığı büyüdüğünü hisseder. Can kendini kelimelerle harmanlamıştır, artık.

Şiir yoluna düzülür şair, içinde büyüyen sarmaşıkla. Kelimelerin içinde bir hayata katılmıştır. Kelimelerle hayatın savaşını mı yaşayacaktır; yoksa kendini tümüyle kelimelere bırakıp hayatın uzağına, yaşam dışı bir alana, “ölüme” mi gidecektir? Şairin çıkmazı, paradoksu, “aporia”sı orada: Yaşamı çıldırasıya duyarken ölümün eşiğine gelmek; kelimelerin götürdüğü yere giderek. Ölmeden önce ölerek bir anlamıyla! Söylediklerimi özetler mi bilmem; ustam Adonis’e seslenerek bitireyim.

 

 

         ADONİS’E

Ardımda şiirin ışığı

Önümde hayat

Sağım solum kelimeler

İçimde büyüyen söz sarmaşığı

 

Çağırır şiirden geçerek ölüm

Yaşayan her şeye aşığı.

 ------------------------

Şubat 2011, Ankara

 

 


[i] Toute chose à sa place// cependant  L’inconnu est proche/ comme un oiseau inquiet. (Je marche dans la solitude des livres adlı şiirinden)

[ii] Hayal yayınlarından çıkmış Şiir Bir, Şiir İki adlı kitaplarıma bakılabilir. Bu bakışım, şiiri bir ‘teknik’ olarak görmeyen Platon’dan (İon Diyaloğu!) başlayarak Mallermé, Blanchot, Levinas çizgisine yaklaşıyorsa da okur farkımı inceleyince görebilir.

[iii] Blanchot, hors d’attente, hors d’atteinte sözlerini kullanırdı, belki.

[iv] Blanchot “le Grand refus” diyor. (L’entretien infini Paris: Éditions Gallimard, 1969 s.46)

[v] Heidegger Sanat Yapıtlarının Kaynağı (Der Ursprung des Kunstwerkes) adlı çalışmasında şiirin tüm sanatların anası olduğunu söyler, şiirde dünya kendini açar. Dönüşür. Holzwege, Gesamtausgabe, Band 5, Hazırlayan Vittorio Klostermann Frankfurt am Main, 1922 s.1-74

[vi]hors du langage”, Sartre,Jean-Paul,Qu’est-ce que la Littérature. Paris: Éditions Gallimard, 1948 s.22

[vii] Anlam, burada ne bir bilinç-aktı ne de dilsel, sözel bir özelliği gösteriyor. Felsefede, bilinç ve dille bütünleşmiş anlamın bu alışılagelen yorumunun dışında, o anlamın öncesinde duran, beden odaklı bir “anlam”dan söz ediyorum.. Heidegger açısından bir Ereignis, bir olup bitme, bir hadisedir.

[viii] Şairin arkasındaki şiir ışığı düşüncesine Adonis’in bir kitabını okurken ulaştım. Kitap henüz Türkçede yayımlanmadı. Yayımlanmamış şiirlerini Hocam Doç Dr. Mehmet Hakkı Suçin çevirdi, bu çeviri metnini Arapça asıllarıyla bana yolladığı için inceleme olanağım oldu. Kendisine teşekkür ederim. Kitabın Türkçe başlığı Suçin’in çevirisyle: Bir Şehvet ki Maddenin Haritalarında İlerliyor (Arapçası Latin harfleriyle; Şehvetun Tetekaddemu fî Harâ’iti’l-Madde) Bu kitabın yayımlanmamış halindeki 13. sayfasında şöyle diyor:

                               Nasıl anlatayım dünyadan gelen kelimelerle

                            Arkadan gelen ışığı

Arapça okunuşu: Keyfe eşrahu bi kelimâtın teci’u mine’l-‘âlem,

                            Dav’an yeci’u mimmâ varâ’ahu

Sayın Suçin çevirinin şöyle de yapılabileceğini söyledi:

                            Nasıl anlatayım dünyadan gelen kelimelerle

                            Onun ardından gelen bir ışığı.

[ix] Can kavramını tartıştığım şu yazıma bakılabilir: “Çökkünlükten Çıkınlığa: Bir Depresyon Modeli Denemesi”, Psike Art, sayı 13, s.88-93

03 Şubat 2020, 09:11 | 1013 Kez Görüntülendi.

Yazı Detay Reklam Alanı 728x90

TOPLAM 0 YORUM

    Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorum Yapan Sen Ol.

YORUM YAP

Lütfen Gerekli Alanları Doldurunuz. *

*